Zamanların durduğu yoksul bir sokakta durdum.
Çocuklar vardı, kımıldamadan durduğumuz çocukluk resimlerimiz gibi.
Esmer sesli çocuklar, buğday tenli çocuklar.
Hiçbiri sırrını saklamıyordu.
Ellerindeki tineri çekmek, onlar için hayatın tespihini çekmekti.
Belli ki, bir mucize bekliyorlardı, zamansız bir yaşlanmanın içinde.
***
Gazeteler yazıyordu.
Japonya'da okullara gönderilen pirinçler bozuk çıktığı için, Tarım Bakanı istifa etmişti.
Onların bundan haberleri yoktu.
Pirinç karyolalarda büyümediler ki, nereden bilsinler.
Bir hastanede 13 bebek ölmüştü, onların bundan da haberleri yoktu.
Ama Sağlık Bakanı'nın haberi vardı.
Bebek ölümleriyle, bozuk pirinçler arasında, kaç bin istifa mektubu gezinirdi acaba? Ama ülkemizde Japonya'daki politikacıları bulmak meseleydi.
***
Gözleri oyuk oyuktu çocukların.
Acı bir kaderi giyinmişlerdi de, saçları keder aynasında taranmıştı sanki.
Üzerlerine yıkılacak bir hayatı bekliyorlardı belki.
Çocukların ürkütücü yanlarına alışmış olmak, felaketlerin en büyüğüydü de, onları "Bakan" görmüyordu...
"Bakmayan" nasıl görecekti.
***
Şehir coğrafyası, onlarla doluydu.
O sırada şehir uğulduyordu.
Birazdan şehrin en can alıcı yerlerinde köşeleri kapacaklardı da, kim bilir ne canlar yakacaklardı.
Gelecekleri dağa kaldırılmıştı da, onları kim ayağa kaldıracaktı! Aynı anda bir emir verdiler kendi kendilerine.
Düşündüm de, geri almak istemedikleri çocukluklarına bir "Bakan" yok muydu? Oysa, onlara bakmak, çiçeklere bakmak kadar güzel olabilirdi.
***
Kaybetmek için büyüttüğümüz çocuklara baktım, sessiz sedasız.
Onlar bana bakmadı.
Belli ki, kendilerini yarınlara gizliyorlardı.
Bugünkü sahipsizliğin bedelini ödetmek için...
***
Bir zamanlar, haklı mücadelelerin çocuklarını susturan ülke.
Bu çocuklara kan kusturmanın bedelini ödemeyecek mi sanıyorsunuz yoksa?