Talihsiz bir dönem oldu doğrusu. Cumhurbaşkanı Gül'ün Erivan seferinin pozitif nimetlerini toplamak varken şimdi gündemimiz yeninde iç çekişmeye döndü. Başbakan'ın Deniz Feneri Derneği davasında adının geçirilmesi üzerine başlattığı müthiş tartışma, Pazar günü yine karşılıklı açıklamalar ile devam etti. Başbakan, kendisine elden para verildiğinin yazılmasına veryasın etmiş, sonraki açıklamasında da paranın Başbakanlığa verildiği manevrasına dikkat çekmişti. Aydın Doğan aynı sertlikle iki cevap verdi Başbakan'a Yani savaş baltaları çıktı ve devam ediyor. Bu hafta aslında tam bir Kürt sorunu haftası olmaya adayken bu tartışmanın gündemi daha çok kaplayacağı çok açık. Bu yeni alevlenme yeni bir Türkiye oluşumunun Aydın Doğan ve ona gaz veren adamları tarafından pek anlaşılamadığını gösteriyor. İktidara el öperek gelen zayıf Çiller figürü ile kazıya kazıya gelen Tayyip Erdoğan portresini karıştırıp "Çiller gibi yaparız" iması yapması ancak patron yalakalığı ile açıklanabilir. "Basın özgürlüğü kalkanı" bu yeni dönemde artık savunma için yeterli değil. Medya gücünü kullanarak ticari kazançlar elde etme döneminin sonu diye de adlandırabiliriz bu yeni dönemi. Siyasetçiler, bürokratlar üzerinde baskı kurarak istediği sonucu almaya alışmış bir merkez medya anlayışımız mevcut. Bu anlayışın oluşmasında medya patronları kadar siyasetçilerin de rolü var muhakkak. Mesut Yılmaz kendisini pijama ile karşılamasına ses çıkarsaydı, Aydın Doğan belki bu tür davranışları bir daha yapmazdı. Ya da manşetlerden her vurduklarında istedikleri imzalar atılmasaydı, temiz siyasetçiler ve temiz bürokratlar olsaydı bu alışkanlıklar kazanılmazdı. Ergenekon iddianamesi de gösteriyor ki sıradan vatandaşlar için yüceltilen kurumlar hukuksuzluğa "devlet görevi" kılıfı geçirmişler tarafından alenen kullanılmış. Aynı denklem medyasiyasetçi- bürokrat ilişkilerinde hep var oldu. Yaptıkları dünya literatürüne geçen Uzan ailesine neden hiç dokunulamadığı sorusu ortada duruyor. Andıçları yayınlayarak önünü açan güce sonuna kadar teslim olan Aydın Doğan'ın bugün "biat etmeyiz" demesi çok inandırıcı gelmiyor. Generallerin telefonlarıyla, yazdıkları el yazılarıyla manşetlerin belirlendiği dönemler o kadar da uzak değil. Evet, belki Başbakan'ın üslubu sert, daha diplomatik davranabilir ama köşelerinden ve manşetlerinden serbest atış çizgisinde olanların da pek nazik oldukları söylenemez. Bu Türkiye yeni bir Türkiye olur umarız; siyasetçi-medya patronu koalisyonlarıyla yönetilen dönemlerin bittiği açıkça anlaşılır. Dinç Bilgin'in röportajlarını okumuyor musunuz? Her seferinde siyasete fazla bulaşmış olmanın pişmanlığını dile getiriyor. Başbakan'ın dediği gibi "bu hamur çok su kaldırır" Ama esas önemli olan AB standartlarına ulaşmaya çalışan bir ülkede herkesin kendine uygun rolü kabullenmesi gerek. Siyaset yerini, medya patronu yerini, köşe yazarı haddini bilmeli. Umarım bu kavga geçmişte kol kola ülkeyi yönetmiş siyasetçimedya patronu denkleminin tarihe havalesi ve yeni döneme uygun rol dağılımının herkes tarafından kabulüyle sonuçlanır.