Cennet bahçesi Harika bir hafta sonu tatiline ne dersiniz? Üstelik bir gün içinde birçok beldeyi tanıma fırsatıyla birlikte... Belen Yaylası, Karacay Vadisi ve doğal güzelliğiyle Belpınar'a hayran kalacaksınız...
İstanbul için karın cimri davrandığı bir zamanda kendimizi o sonsuz beyazın kucağına atmak için bir grup doğasever sabahın erken satlerinde yola çıktık. Hepimizin yüreğinde belki zor ama mutlaka güzel bir gün yaşayacak olmanın tarifi mümkün olmayan sevinci vardı. Adapazarı Taraklı bölgesindeki Karagöl yaylası mıntıkasından Belen geçidini aşarak Belpınar Köyü'ne inecektik. Yolların karla kaplı olduğunu duymuştuk. Yollar kapalı olsaydı daha yakın ve kolay bir parkur deneyecektik. Ancak rehberimiz köy muhrtarlarıyla haberleşerek yolların açıldığını öğrenince bu parkura karar vermişti.
YOLLAR AÇILMIŞTI Sakarya Nehri üzerindeki eski taş köprüden geçerek Ali Fuat Paşa'yı geride bıraktık. Taraklı'ya 15 km kala sola dönen Hark yolu bizi Kazkıran geçidine kadar getirdi. Tuzla Köyü'ne yaklaşık, 5 km kadar yolumuz var. Aracımız zincirsiz ilerlemiyor. Kaptanımız zincir takıyor. Karayollarının greyderlerle yol açmaya çalışan ekipleriyle karşılaşıyoruz. Her taraf göz alabildiğine kar. Yol kenarlarına biriktirilmiş boyumuzu aşan kar koridorundan ilerliyoruz. Saat 12'de Tuzla Köyü'ne yaklaştığımızda araçtan iniyoruz. Burası geri dönmek için uygun. Araçlarımız bizi dağın öbür yüzündeki Belpınar Köyü'nde bekleyecek. Biz de karları yara yara, bata çıka dağı aşıp o köye ineceğiz. Beyazın nasıl da bu kadar beyaz olabildiğine şaşırıp kalacağız.
YAŞAMA SEVİNCİ İnsanın kurduğu düşler genelde beyaz olur. Ama bugün düşlerimiz daha da beyaz olacak. Saat 12'de yürüyüşe başladığımızda insanın içinde yaşama sevinci oluşturacak bembeyaz sonsuz karların ortasında pırıl pırıl bir güneş ve yürümek için ideal bir hava sıcaklığı var. Bizler daha ne isteriz ki? Bir arkadaşımız hedikle öne geçip yürüyor. Ardında da güçlü, dirayetli arkadaşlarımız var. Onlar iz açacak, grup da o izlerden kara batmadan ya da az batarak ilerleyecek. Havanın sıcak olması, doğal olarak karı yumuşattığından yürümek oldukça zor. Ama kar sulu olmadığı için de şanslıyız. Zira her ne kadar tozluklarımız da olsa, sulu bir karda ıslanmak kaçınılmaz olurdu. Kalabalık grubumuz sürekli yukarı doğru ilerliyor. Tek sıra olmuş asker gibiyiz. İzden çıkamıyoruz, çünkü hemen batıyoruz. O yüzden de önden yürüyenin hızı hepimizi sınırlıyor. Zaman zaman kar altında kalan çıngılların üstüne bastığımızda göğsümüze kadar karın içine giriyor, neşemizden hiçbir şey yitirmeden güle oynaya çıkıyorruz. Bazen de kardan çıkamayınca yüzer gibi karın yüzeyinde kalmaya çalışıyoruz.
İÇİMİZDEKİ ÇOCUK İçimizdeki çocukla karşılaştığımız ve utanmadan o çocukla yüzleştiğimiz bu anlar, belki de yürüyüşümüzün en keyifli anlarıydı. İnsanın kendine birçok sınırlar koyduğu bir dünyada yaşıyoruz. Burada en azından sınırlarımız olmadan, karda çocuklar gibi bağırıp çığlıklar atarak, yuvarlanarak, yüzerek kendimiz olabilme şansını yakaladığımız için şanslı değil miyiz? Elbette öyleyiz. Her şeyin kirlendiği, tüketildiği, çevrenin tahrip edildiği bir zamanda kimselerin düşünmediği bir bölgedeyiz. Kalkıp dağlara gelmişiz ve bozulmamış bir doğada var olmanın keyfini yaşıyoruz. Bazılarına deli saçması gibi gelse de biz işte buradayız ve keyif alıyoruz. Yaklaşık 2 saat sonra bir düzlükte pekmezle karı karıştırıp yediğimiz öğle yemeğinde karın üşütücülüğünü pekmezin enerjisinde eriterek damarlarımıza ateş verdik. Öğle yemeğini ilk kez böyle farklı bir tatla geçiştirdik.
BELEN GEÇİDİ'NİN SAKİNLİĞİ Belen'e çıktığımızda, durgun akan bir su gibi havanın yumuşaklığı hepimizi şaşırttı. Bu parkurdan daha önce yürümüş olanlar bilir; Belen geçidi hiç bu kadar rüzgarsız ve sakin olmamıştı. Rüzgarın gövdemizi sürükleyecek denli haşin esmesine alıştığımız bu geçidin evcilleşmiş halini görünce buradan ayrılmak istemedik. Ama Karaçay vadisinin gizemli uğultusu da bizi çağırıyordu. Artık bundan sonra aşağı doğru yürüyecek ve Belpınar Köyü'nde bizi bekleyen aracımıza ulaşacaktık. Dağın kuzey yamacındaki kar derinliğinin daha fazla olacağını düşünürsek önümüzde karla daha çok cebelleşeceğimiz bir 3 saat daha vardı. Yürüyüşe başladıktan sonra 6 saat boyunca karla boğuşarak ulaştığımız Belpınar Köyü'nün kahvesinde odun sobasının unutulmaz sıcaklığı ve çaylar bizi bekliyordu. Tabi, buna bir de köy muhtarının o Anadolu'ya özgü konukseverliği ile hazırlattığı çeşit çeşit yemeği de eklersek, olayı aşırı ballandırmış oluruz ki bunu yapmayacağım. Çünkü İstanbul ahalisi kafileler halinde 'biz de gidelim' demeye kalkmasın. Sonuç olarak keyifli bir kar yürüyüşünü de belleğimize kaydedip anılarımızı zenginleştiriyoruz.