Darbe, şeriat ve Arzuhan Yalçındağ
TÜSİAD Başkanı Arzuhan Yalçındağ, dengeli bir değerlendirme yaptı. Genelkurmay bildirisinin demokrasiye yakışmayacağını söylemesi cesur bir çıkıştı. Buna mukabil, meydanların sesine kulak verilmesi gereğinin de altını çizdi ve Çağlayan mitinginde yer alan bir pankartın, TÜSİAD'ın da katıldığı görüşü yansıttığını belirtti: "Ne şeriat, ne darbe" Arzuhan Yalçındağ, kendi hayat tarzlarını tehlikede gören kişiler gibi, darbe ve şeriat tehlikesi arasında bir denge kuruyor. Ben onlardan farklı düşünüyorum. Çünkü daha derin bir tahlil farklı sonuçlara bizi götürüyor. Türkiye'de darbe tehlikesi her zaman mevcuttu; şu anda da kapımızın eşiğine kadar geldi. Zaten 2004 yılına ait darbe planları, bütün çıplaklığıyla Nokta dergisine de yansıdı. Darbe teşebbüsünün üzerine gidileceğine, Nokta dergisinin üzerine gidildi ve Genel Yayın Müdürü Alper Görmüş, şu anda mahkemede hesap veriyor. Darbe teşebbüsü içinde bulunduğu belgelerle ortaya çıkan emekli Org. Şener Eruygur ise Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı sıfatıyla, laiklik mitingleri tertip ediyor. TÜSİAD Başkanı Arzuhan Yalçındağ'ın, demokrasiye kuvvetle sahip çıkmasını alkışlıyoruz. Buna mukabil, denge kurmak adına, şeriat tehdidinin abartılmasını doğru bulmuyoruz. Çünkü Türkiye'de yaşanan tecrübe daima şunu göstermiştir: Laiklik elden gitmedi ama, sık sık demokrasimiz darbelerle kesintiye uğradı; rejim elden gitti! Kenarda kıyıda kalan üç-beş kız çocuk, Kutlu Doğum Haftası vesilesiyle ve anne-babalarının isteğiyle, başörtüsü takıp ilâhiler söylediği için bir ülkeye şeriat gelmez. Şeriat, kanundüzenlemeler ile kendisini gösterir. Sözgelimi, "2 kadının şahitliği, 1 erkeğin şahitliğine eşittir" derseniz veyahut ceza kanununuzu "Hırsızın eli kesilir" şeklinde değiştirirseniz ya da "Müslümanlık'tan ayrılanın katli vaciptir" esasını hukuk düzeninin bir parçası yaparsanız, o zaman laik cumhuriyetten ayrılmış olursunuz. Herkes, Türkiye'de hukuk düzeninin şeri esaslara dayandırılamayacağını biliyor ve bundan kuşku duymuyor. Laikçi cephenin "Şeriat tehlikesi" dediği başka bir şey. Meselâ, başörtülü sayısının artması. Meselâ, Diyanet kadrolarından bazı memurların başka görevlere atanması. Meselâ, imam hatip mezunlarının önündeki katsayı engelinin kaldırılıp, eşitliğin sağlanması. Meselâ, küçük yaşta çocukların dinlerini öğrenmek üzere Kur'an kurslarına gönderilmesi. Meselâ, Hz. Muhammed'in doğum yıldönümü olan Kutlu Doğum Haftası'nda, yaşı küçük çocukların ilâhiler okuması. Meselâ, eşi başörtülü olan birinin Cumhurbaşkanı seçilmesi. İşte bu yüzden, "Demokrasinin maruz kaldığı tehlike ile laik cumhuriyetin şu anda karşı karşıya bulunduğu tehlikeyi birbiriyle mukayese etmek yanlış" diyoruz. Çünkü, bir tarafta gerçek bir tehlike var. Diğer tarafta ise mübalağa edilen, kışkırtılan bir tehdit mevcut. Bu korkuları yüreğinde taşıyanları eleştirmiyorum. Sadece, onları, daha gerçekçi bir tahlil yapmaya davet ediyorum.