Osmanlı-Türkiye ve sanat
Geçtiğimiz Pazar günü, Portakal Sanat ve Kültürevi'nin yeni yıl müzayedesi vardı. Bu müzayedede, Hanzade Sultan'a ait bazı tablolar ve eşyalar da satıldı. Çok da güzel bir katalog hazırlanmıştı. Bu katalogda, son padişah ve Halife Abdülmecit hakkında bilgiler de bulunuyordu. Çünkü Abdülmecit'e ait bazı tablolar müzayedede satışa sunuldu. Osmanlı döneminde Tanzimat'la başlayan yenilikçi çabalar, birçok padişahın sanata ve özellikle resme merak duymasına yol açtı. Mamafih, İstanbul'u fetheden ve Roma İmparatoru anlamında, Bizans Kayzeri sıfatını alan Fatih Sultan Mehmet de yaşadığı devrin sanatından ve çağdaş fikirlerinden etkilenmiş, hatta Bellini'ye portresini yaptırmıştı. Halife Abdülmecit'in babası Sultan Abdülaziz de resim sanatıyla ilgiliydi. Şeker Ahmet Paşa aracılığıyla sarayda Batılı anlamda bir resim koleksiyonu oluşturmuştu. Böyle bir ortamda yetişen Abdülmecit Efendi, Osmanlı Ressamlar Cemiyeti'nin fahri başkanı olmuş, Sanayi-i Nefise mektebinin kuruluşunu desteklemiş; Avni Lifij'i resim eğitimi için Paris'e yollamış; 1914 kuşağının düzenledikleri Galatasaray sergilerine bizzat katılmıştı. Abdülmecit Efendi, 1918 Viyana sergisine 4 eser gönderdi. Bu resimlerden 2'si "Harem'de Beethoven" ve "Harem'de Goethe" isimlerini taşıyordu ve geleneksel harem fantezisini yıkmayı amaçlıyordu. Abdülmecit Efendi, Şeker Ahmet Paşa'dan Osman Hamdi Bey'e, Fausto Zonaro'dan 1914 kuşağı sanatçılara kadar pek çok usta ressamdan ders almıştı. Bütün bu bilgileri, Portakal'ın katalogunda okuyunca, Müslüman bir ülke olan Türkiye'nin, neden diğer Müslüman ülkelere göre farklı bir konumda bulunduğunu daha iyi kavradım. Kanuni Sultan Süleyman'dan sonra Osmanlı padişahlarının hep kötü taraflarını bize öğrettiler. Oysa birçoğu, Batılı fikirlere, sanata ve müziğe meraklı idi. Keşke Cumhuriyetimiz'in yöneticileri de bu sanat merakını sürdürebilse. "Resim yapsın" demiyoruz ama, hiç değilse birbirinden güzel Türk filmlerine veyahut Türk tiyatrolarına gidip sanatçıya destek versinler. Pazar günü, Haluk Bilginer'in başrolünü oynadığı Shakespeare'in "Atinalı Timon" eserine gittim. Son derece modern bir anlayışla sahneye konulmuştu. Her zaman Shakespeare'de rastladığımız veciz sözler, eserde yer alıyordu. Aslında hepimizin bildiği bir hayat tecrübesi, tiyatro diliyle ifade edilmişti. Bu da paran ve gücün kalmayınca dostların sizi terk ettiği gerçeğiydi. Sahi Tayyip Erdoğan, alsın eşini Oyun Atölyesi'nde sahnelenen "Atinalı Timon"u seyretmeye gitsin. Veyahut yurt dışında da büyük ilgiyle izlenen "Dondurmam Gaymak"ı görsün. Belki siyasetten vakit kalmıyor ama, sanata ayrılan dakikalar, doyasıya yaşanan bir zaman dilimidir.