Önce ekmekler bozuldu, sonra insanlar ve politikanın dili.
Ardından gazeteler, televizyonlar.
Giderek birbirine benzedi insanlar.
Parayı tanrılaştıran politikanın tohumları semeresini verdi.
Kıblemiz barıştı bizim.
Bir zamanlar herkes herkesi karşılıksız severdi.
***
Gördük ki, sağcılar halkı sağdılar.
Solcular Amerika'nın askeri oldular.
Din üzerinden siyaset yapanlar, bir koyup bin aldılar, belediyeleri yağmaladılar.
Arada kalan namuslu insanlar, hayat kavgasında eridi gitti.
Sinsi bir politika, her şeyimizi mahvetti.
***
Kimin kimi seveceğine karar verenlerimiz var artık.
Hatta "Ya sev, ya vururum" diyenlerimiz.
***
Bebek katillerine "kutsal suçlu muamelesi" yapılırken, oy uğruna susanlar...
Yetimin öksüz ihalelerine gözlerini yumanlar...
Sevmenin ve sevmeyeni vurmanın şartlarını nasıl belirliyorlar acaba?
***
İnsanları otel odalarında diri diri yakanlara, hiç kimse "Ya sev, ya terk et" demedi.
Kılık Kıyafet Devrimini inkar edip, kendi gettolarını kuranlara da...
Cumhuriyet'e göz dikip, kendi rejimlerinin temellerini atanların yeşil bayraklarına, "demokrasi" dediler.
İkinci Cumhuriyetçiler, Amerikan bayrağının önünde durup, ülkeyi sırtından vurdular da, alkışlandılar üstelik.
Kimin kimi seveceğine ve nereye gideceğine karar vermek, bizim de haddimize değil...
Politik yargıçların da...
***
Ama hep merak ederim.
Niye bir çok insan, çok sevdikleri halde, ülkelerini terk etti? Ve niye sevmedikleri halde, terk etmiyor birileri?