Ramazanın ikinci gününe geldik bile. İlk günler zordur. On bir aylık rutini bozmak, hem de bunu mideden bozmak, sanıldığından daha zor iştir. Belki de bu yüzden, ibadetlerin temeli inanca dayalıdır. Şüphe duymadan, üstünü altını karıştırmadan inanmadığınız zaman, hayatınızın ritmini topyekun değiştirecek şartları kabullenmeniz mümkün olmaz.
Benim bakış açımda, insanların fukaralıkta eşitlenmesinin tek olumlu örneği Ramazan ayıdır. Diğer bütün hallerde insanların refahta eşitlenmesinden yanayım. Yüksek maaşlı memurların maaşlarının kademeli olarak azaltılmasından ziyade, düşük ücretlerin onlara yaklaştırılmasının makul olduğuna inanırım mesela. Birilerinin hayat standardını düşürerek, diğerlerine eriştirmeyi doğru bulmam.
Ancak Ramazan bütün bunların dışında bir yoklukta eşitlik' hali getirir. Birincisi belirli bir zaman sınırlaması vardır. İkincisi gönüllüdür. Üçüncüsü Ramazanın getirdiği mahrumiyetin inanca dayalı bir huzura vesile olduğu açıktır. Yani Ramazan, mahrumiyet kılığında bir berekettir aslında. Hoşgörünün sınırlarını zorlaması gereken bir aya, gönül kapılarımızı açtığımızı unutmadan, bu ayın gereklerinin yerine getirilmesi, oruç tutmayan ya da tutamayanların da kişisel haklarının muhafaza edilmesi gerektiğini, Ramazan ibadetini inançlarının gereği sayanların akıllarından çıkarmaması gerekir. İfrat ve tefrit noktasından, oruç tutanların da tutmayanların da kaçınması, toplumsal barış açısından büyük önem taşır. Ramazanın esası yardımlaşmaktır aslında. Aç olanın halinden, sürekli tok yaşayanın anlayabilmesi için oluşturulmuş, yaşamsal bir deney alanı. O halde bu sınamanın şartlarını özenle yerine getirmezsek, sonuç arzu ettiğimiz istikameti bulmaz.
Anlaşılıyor ki, Ramazan çadırları meselesi bu yıl da gündemimizi oluşturacak ve insanları olumlu/olumsuz iki görüş etrafında tartıştırıp duracak. Kabul edilmesi gerekir ki, ibadet maksadıyla yapılan yardımların gizli olmasında büyük yarar var. Ancak Ramazan çadırları bu kapsamın dışında kalıyor gibi görünüyor. Çünkü bu çadırların asal görevi, fukaraları doyurmaktan ziyade, her kesimi bir sofrada birleştirmek gibi duruyor. Evinde ocak kaynamayanla, mükellef sofrasına ezan vakti eriştiği halde erişemeyeni bir masanın etrafında, aynı yemeğe kaşık sallatmaktan güzel bir toplumsal bütünleşme örneği olabilir mi? Böyle düşünülmeden kurulan sofralar düş kırıklığından başka işe yaramaz. Yoksa elde naylon poşetler, kameralar eşliğinde fukara evlerinin kapılarının çalınmasını ben de doğru bulmuyorum.
Ramazanın ilk cuması Star TV'de, sabah kuşağında yayınlanan Petek Dinçöz'ün Arım Balım Peteğim' isimli programında, son kitabımı anlatacağım. 'Vahiyden Kalbe' isimli kitabımda, Kırk ayetten yola çıkarak, mutluluğun şifrelerinin nasıl çözüleceğini anlattım. Programda da, huzuru yakalamakta zorlananlar için, mutluluk formülleri anlatacağım. Haberiniz olsun.