Her şey aynı kalsın isteyenleri anlayışla karşılamaya çalışıyorum. Derin derin nefes alıp, nelerin aynı kalması yönünde ısrarlı olduklarını anlamaya çabalıyorum. Her şey aynı kalsın, tamam da o her şey ne?
'60 sene önce aldığın maaşın aynı kalmasına razı mısın?' diye soruyorum. Evet diyor, alım gücü de aynı kalmak şartıyla. Doğrusu bozuluyorum. Aradan bunca zaman geçmiş, ilim ilerlemiş, fen kemale ermiş, memur takımının maaşları yerinde bile saymamış. Ya da onlara öyle geliyor!
Her şeyin derin bir dondurucunun içerisinde beklediğini düşünürseniz, altmış yıl öncenin maaşı size kaplan görünür.
Alım gücünü, elma, armut, kel mahmut üzerinden hesaplama yı sürdürürseniz, nerede o eski saadetli günler der, dövünürsünüz.
Altmış yıl önce, sizin alım gücü dediğiniz ne alıyordu? Ekmek, o da karneyle. Yağ, peynir, köyden gelirse eğer. Un, şeker, beyazını aklından bile geçirme. Bir de
Sümerbank'tan elbiselik pazen kumaş. Altmış sene öncenin özlenen refah seviyesi bu! Peki, nerede otomobil, beyaz eşya, televizyon, bilgisayar? Onları hesaba katma, saydıkların yokken bu millet daha huzurluydu diyorsan, 'geç bunları anam babam!'Bizim bu martavallara karnımız tok.
Geçen hafta
İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, iki günlük ziyaret için ülkemize geldi. Hani bizim hayatın ritmine uyamayan yöneticilerimizin koyduğu yasaklarla, İstanbulluyu çileden çıkaran ziyaret var ya, işte o. Onun bir benzerini 1934'de zamanın
İran lideri Rıza Şah Pehlevi yapmış.
Kral'ın, Gürbulak'tan Ankara'ya ulaşması, tamı tamamına altı gün sürmüş. Her şey aynı kalsın diyorsanız, uçağı da unutmanız lazım, deniz otobüsünü de.
Nerede eski günler diyenlerin; Pehlevi'nin, Gürbulak'tan başlayan Başkent yolculuğunun; köhne bir otomobille önce Iğdır'a, ardından Erzurum ve Gümüşhane üzerinden dört koca günde Trabzon'a, oradan da Yavuz zırhlısıyla Samsun'a, Samsun'da kendisini bekleyen trenle Ankara'ya, altı koca günde gerçekleştiğini unutmaması gerekir.
Tercihiniz buysa, ne söyleyeceğimi bilemiyorum! Ben öyle refahtansa, böyle darlığın evla olduğuna inanıyorum. Varın siz beni, milletin sıkıntılarını anlamamakla suçlayıverin.
Geçmişe özlemi, bugüne nefret şeklinde algılıyorsanız, sizinle o günden bu güne hayatın nasıl değiştiğini tartışmak zor. '
Ön yargıları yıkmanın atomu parçalamaktan zor olduğu' gibi.
Yaşım altmış sene önceyi özlemeye müsait olmasa da, kimin neyi özlediğini anlayabilecek kadar öğrendim o günleri. Benim geçmişe özlem dosyamda, darbeler, Sokak kavgalarını,
hukuksuzluk, Susurluk, Ergenekon, benzin kuyrukları, yakılan filmler, yasaklanan kitaplar yok.
Aklım, devletin; rakı, yumurta, çimento, demir, kağıt ürettiği günleri özlememe izin vermiyor.
Devletin; hukuk, güvenlik ve refah üretmesinden yanayım.
Geçmişi özlemek denince, aklıma kaybettiklerimin içimi sızlatan acısını geliyor
. Geçmişten bir şey özlemem gerektiğinde, annemi özlüyorum sıkça!