Bugünlerde medya patronları arasında en zorda olan kişi hiç şüphesiz Aydın Doğan. AK Parti iktidarı başlayalı beri pek çok dolaylı ya da dolaysız ilişki kurulmuş olsa bile Aydın Doğan'ın bağışıklık sisteminde sorunu gideremediği apaçık ortada. İktidar karşıtlarının kalesi gibi algılanıyor olmak, devlet ile işi olan büyük bir patron için en riskli bir platform!.. Amiral gemisi gazetesinde Türkiye'nin en keskin iktidar muhaliflerini barındırıyor olmasının dayanılmaz ağırlığı da cabası... TÜSİAD başkanlığına kızını getirecek olan büyük bir mali gücü oluşan Aydın Doğan'ın kendi gazetesindekilerden çektiği kadar başkalarından çekmediğine eminim... Ben işverenlerin önemli kişiler olduğuna inanırım. İstihdam üreten, insanlara iş veren, pek çok ailenin kursağından parası geçen insanlara değer vermek adil bir düşüncenin ürünüdür.
KARANLIKDOĞAN! Bu açıdan bir patron olarak Aydın Doğan'a saygı duymaktan başka bir seçenek kalmıyor. Ama Aydın Bey'in işi gerçekten zor. Darbe günlükleri diye yeri göğü inleten belgelerden öğreniyoruz ki, Aydın Bey "karanlık Doğan" olarak sıfatlandırılıyor. Talihsizliğin bundan büyüğü ne olabilir ki?.. Aydın Doğan elbet darbeci değil, askeri yönetimleri tasvip ettiğini düşünmüyorum... Ama şurası da muhakkak ki Doğan Grubu yayın organları askeri konular gündeme geldiğinde genel eğilim askerlerin safında durma yönünde oluşuyor. İşte talihsizlik de bu ya!.. Darbe girişimi yapacak olan en keskin askerlerin gözünde Aydın Doğan güvenilmez bir adam ve kendisine reva görülen sıfat "karanlık Doğan". Her fırsatta ve her şartta destek olduğu askerlerden bile bu tür sıfat alabilmek Aydın Doğan için gerçekten acı bir durum... AK Parti ile genetik olarak kodlar tutmuyor, bunu anlayabiliyorum. Muhalif gazetecilik yapmak bir duruştur, bu da tamam... Ama muhalifliğinden mutlu olması gerekenlerin gözünde de "karanlık" sıfatı kondurulunca orada durmak lazım... İsa ile arası zaten yok, anlıyoruz ki Musa da dirseklerini çoktan çıkarmış... Dedik ya, Aydın Doğan olmak gerçekten zor... Yılmaz Özdil'e, "Laiklik zarar göreceğine ekonomi batsın" diyebilen Özdemir İnce'ye, Tufan Türenç'e, Mehmet Yakup Yılmaz'a, Bekir Coşkun'a tahammül etmek ve onları taşımak gerçekten ağır bir yük... Milliyet'tekileri saymıyorum bile... Bunun karşılığında onları taşımasından mutlu olması gerekenler gözünde bile "karanlık Doğan" olarak anılmayı kaldırmak her bünyenin taşıyabileceği bir yük değil...
SABIRDİLİYORUM Yalçın Küçük efsanesi... Gerçekten bir ara efsaneydi Yalçın Küçük... Marksist, gözü kara, saklı kalmış gerçekleri efendisi, düşüncesi için hapis yapmış fikir ve aksiyon adamı... Yani saygı duymak için her şeye sahipti... Ta ki, televizyonun o sihirli gücüne teslim olana kadar... Sky Türk'teki programlarının tiryakisi olarak izlemeye başladım ama haftalar ilerledikçe o bilgenin gidip nasıl bir darbe şakşakçısının geldiğini görünce Yalçın Küçük'ün de "ters çakıcılardan" olduğunu anlamış olduk... Sağcı görünüp sol çakan ya da solcu görünüp sağ çakanların şahıydı hem de... Siyasilerden en aşağılık kelimelerle bahsetmekten çekinmeyen Küçük, küçük bir rütbeliye bile "hazretleri" temannası çakmakta çok cömertti. En son 32. Gün'de izleyince efsanenin cenazesini kaldırıp fatihasını okudu Yalçın Küçük... Darbeci, baas yanlısı, karargah emir eri, demokrasi karşıtı, kapalı dünya insanı... Dünyayı kendi çevresine çizdiği çemberin içinden ibaret sanıp yorumlayan bir eski dünya insanı... Genelkurmay Başkanlığı'nı dünyanın merkezi sanan ki karargah bile bu psikolojiyi aşmışken, Türkiye'nin bütün nabzının orada attığını düşünen bir "anti akil" adam... Anlaşılıyor ki, Yalçın Küçük 12 Eylül öncesinin Marksist entel sermayesi ile bu kadar gidebiliyor... Onu okuyarak dünyayı anlamaya çalışan ve kendine yön çizmişler için ne talihsiz bir manzara...