Bugün biri bana sorsa, "En çok kimin sütununa sahip olmak istersin?" diye, vereceğim listenin başında Hıncal Uluç'un ismi gelir. Hıncal Uluç'un fikirlerine katılmam, siyasi olarak çok zıt kutuplardayız, yaşam biçimi olarak da kesişemeyeceğimiz pek çok yön var, pusuya yatarak herkesin eteğindeki taşları döktükten sonra tersten çakarak gündeme gelme taktiğini de pek doğru bulmam ama söz konusu gazeteciyazarlık olunca gerisi teferruat kalır. Bir sütunun etkisini konuşuyorsak, gündem oluşturabilme gücünü tartıyorsak, yazdıklarını okutma ve tartışma becerisini analiz ediyorsak, Hıncal Uluç altın madalyayı çoktan hak etti. Kendisi de zaten sürekli yazıyor, okurlarının dışında sevenleri kadar sevmeyenleri de çok. Hele basında. Dolayısıyla mesleki dayanışma denilen sihirli anaforun içinde kalma şansı neredeyse hiç yok. Günlerdir takip ediyorum, Hıncal Uluç söküğünü dikemeyen terzi gibi kendisine ilişkin gündem oluşturmada yetersiz kalıyor. Fenerbahçe ile ilgili yazdığı yazılardan dolayı kulübün resmi internet sitesinden en hafifi "Şerefsiz" olan çok ağır ithamlar ile karşılaştı. Yazdıklarını onaylamak durumunda değilim ancak sonuçta hakaret varsa mahkemeler bu işleri görüyor ama yoksa ve sadece eleştiri yaptığı için bu muameleye tabiyse -ki şimdiye kadar bu konuda mahkeme açıldı mı bilmiyorum- basındaki bütün meslek kuruluşlarının konuya sahip çıkması gerekirdi. Örneğin Spor Yazarları Derneği. Hıncal Uluç spor eleştirisi yüzünden açık saldırıya uğramasına rağmen en küçük bir ses yok. 3 büyüklerin oynadığı ve önemli bir geleneksel organizasyon olan kendi kupasına bile sahip çıkamadıktan sonra, Fenerbahçe'yi meslek adına karşısına alamayacaklarını görmemek için kör olmak lazım. Bir Gazeteciler Cemiyeti var, Cağaloğlu'nun en güzel yerlerinde binaları var, gelir kaynakları var ama ne iş yaptığına dair ses yok. Cemiyet geçmişi sendikacılık olan, pek çoğu doğru dürüst gazetecilik bile yapmayan emekli sarı basın kartı sahiplerinin rakı masası kurup kafayı çektikleri keyif mekanları olmanın dışında bir özelliğe sahip değil. Basın Konseyi'ni saymıyorum, zaten orası "Sağırlar körler birbirini ağırlar" misali Oktay Ekşi'nin kişisel şirketi gibi. Patronun düşmanlarının yayın kurumlarında olan biteni vaziyet etmek için konuşlandığından, böyle mesleki dayanışma konuları Gulliver'in Hikayeleri gibi geliyor ona. Geriye kala kala sütun sahibi gazeteciler kalıyor. Hele spor basını. Onlar çoktan teslim bayrağını çekmiş durumdalar. Hepsi kendi kişisel ilişkilerini sağlam tutmanın derdinde. Anlıyorum elbet o ilişkiler önemli. Haber kaynakları onlar. Ama ya yaptığın mesleğin onuru, şahsiyeti, itibarı ve kriterleri. Üzgünüm ama kendi sorunları hakkında hiçbir ilerleme kaydedemeyen en önemli meslek gazetecilik. Hemen her meslek grubu kendi mesleki kuruluşları aracılığıyla Ankara yollarında ayakkabı eskitiyor ama "yıpranma hakkı" gibi kazanılmış küçücük bir ayrıcalığı bile koruyamayıp siyasilere ve bütün ülkeye akıl satmaya kalkan bir meslek grubuna aitiz biz. Her gün ona buna yol gösterip akıl veriyoruz ama sıra kendimize geldiğinde, meslekten birine haksızlık yapıldığında ses soluk çıkmıyor. O yüzden Hıncal Uluç gibi kendi gündemini oluşturabilen bir meslek büyüğünün bile Timur'un önündeki Nasrettin'e dönüşmesine şaşmamak gerek. Ne de olsa Aziz Yıldırım Timur kadar haşmetli, spor basını ve spor yazarları için. Bu kadar kıskanç, bu kadar birbirini kıskanan, bu kadar birbirinin kuyusunu kazan bir meslekte olmaktan utanıyorum. Mesleki rekabet nedeniyle dayanışma yok tamam da adamlık ve insanlık dahi tedavülden kalktı da bizim mi haberimiz yok?..