Babamın dızıltısı
Bu yaşımda hâlâ babamın elimden tutup, beni bir yere götürmesini isterim. Böyle bir şeyin yaşanmasından utanırım ama isterim. Utanırım çünkü biz, babalarının ballandıra ballandıra öptüğü neslin çocukları değiliz. Sevgiyle karışık korkunun oluşturduğu ortamların çocuklarıyız. Acıların değil ama mesafeli sevgilerin çocukları! Babam beni severdi şüphesiz, sevmeye devam da ediyor. Yaşım ilerledikçe, ok gibi fırlayan ibre gibi, ona olan sevgimi artırıyorum. Bunu, birbirimizin gözlerine baktığımızda anlıyoruz. Sözsüz bir anlaşma gibi! Gelelim babalar günü meselesine; ben babama hiç hediye almadım! İçim ona hediye almayı kabullenemiyor. Hayatı boyunca hep o bana bir şeyler alıp durduğundan olsa gerek, böyle bir görev değişikliğine, bir günlüğüne de olsa kendimi hazır hissetmiyorum. Demek ki alışkanlıklar terk edilmiyor. Babam, bana bir şeyler almayı hâlâ sürdürüyor. Erzurum'dan İstanbul'a dönüşlerimde, valizim babamın aldığı hediyelerle dolup taşar. Baba olmak kolay şey değil. Annelikten bile zor. Hem bir çocuğu, en büyük aşkla seveceksin, hem de otoriteyi koruyup, onun iyi yetişmesini sağlayacaksın. Böyle bir ikilemi ömür boyu yaşamak, nasıl kolay olabilir ki? Babam bu yaşında bile kravat takmaktan vazgeçmedi. Çocukken, memur bir babanın çocuğu olmanın avantajlarını yaşadım. Mesela mı? Babamı hep tıraşlı gördüm. Evimizde her sabah, erken vakit bir 'dızıltı' kopardı. Tıraş makinesinin; babamın sakallarını biçtiği, ona kaymak gibi bir cilt kazandırdığı zamanların sesini, o 'dızıltı'yı hâlâ özler kulaklarım. Ben de bir ara, o sese meftun yüreğimi tatmin etmek için, kendime bir tıraş makinesi almadım değil, ama olmadı. Hem babamın makinesinin tok 'dızıltı'sını tutmadı, hem de bana babam kadar yakışmadı. Bıraktım makineyi banyo dolabının en derin yerlerinden birine, duruyor. Şimdi oturmuş babamın bana en çok kızdığı zamanı düşünüyorum. Biliyorum aslında, aklımdan çıkmayan iki andan birisidir o. Ama insan, her hiç unutmadığını, 'hiç unutamam' şeklinde başlayıp anlatamaz. Utanır, korkar, bir şey olur, unutmuş gibi yapar onu. Biz de öyle yapalım en iyisi. Ama o iki unutulmazdan birini anlatmakta sıkıntı yok. Sünnet merasimimi unutamam. Altı yaşında filan olmama rağmen gözümün önünden gitmez. Balkondaki sandığın içine saklanışım, beni 1 saatten fazla arayışları, bulamayacaklarını anlayınca sünnetçinin gönderilmesine karar verilmesi ve son anda ablamın beni balkondaki sandıkta yakalayışı, babama ispiyon edişi, babamın beni kucaklayışı, ortalığı yıkar gibi ağlayışım, sünnet yatağına yatırılışım, sünnetçinin kendini sevimli gösterme çabaları, durmaksızın ağlayışım ve kocaman bir lokumun ağzıma tıkılarak nefessiz bırakılışım. Bütün bunlar olurken, babacığımın parmağını küçük elimin içinde sıkışımsıkışım! Korku dolu bir anın, güvenli bir limana demirleyişi gibiydi. Ben evladı için babanın ne demek olduğunu, avuçlarımın içinde hareketsiz kalan o parmağın, yüreğime verdiği huzurdan anladım. Çok küçük yaşta hem de. Sanırım bugünün çocuklarının da, elektronik oyunlardan, hayhuylardan biraz ellerini çekip, babalarının parmaklarını, avuçlarının içine alarak, bütün korkularının nasıl dindiğini anlamaları gerekir. Onu anladıktan sonra, kim kopabilir ki artık, babanın o sihirli parmağından?
|