Biz, 12 Haziran 2008'i yaşıyoruz bugün. Görünüşe bakılırsa da, çözmeye çalışmak zorunda olduğumuz dünya kadar meselemiz var.
Bundan 100 yıl önce 12 Haziran'ı yaşayanların da, başlarından aşacak kadar çok sorunları vardı, emin olun! 300 yıl önce yaşayanın da, 500 yıl önce yaşayanın da; sulh, selamet içerisinde yaşadığını, sakın aklınızdan geçirmeyin.
Bu söylediklerimden yola çıkarak, insanoğlunu çok önemli işlerin, sürekli meşgul ettiği zannına kapılmak da doğru değil. Bence insan dünyada bulunduğundan beri, gelecek nesillere kalacak işlerden çok; günlük, sıradan, yaşamı güzelleştirmekten uzak konularla gündemini meşgul etmiş.
Ve özellikle de, sayıları on binleri geçen sorunlarını, çözüp çözüp yeniden bozmuş. Tekrar bir zemin oluşturup; aynı mesele üzerinde, yeniden tartışmalar, müzakereler açmış. Reddetmiş, karşı çıkmış, direnmiş, sonra bir bakmışsınız uzlaşmış.
Yaşadığımız dünya, insanın oyuncağı haline gelmiş vesselam! Değişen sadece aktörler olmuş. Elbette ezenlerle, ezilenler; bulundukları çağa ve yaşadıkları ülkelerin pozisyonlarına göre; ağır ya da hızlı yer değiştirmişler. Anlayacağınız, var olmanın dayanılmaz fasit dairesi!
1898'de bugün; Filipinler, İspanya'dan bağımsızlığını ilan etmiş. Bunca zaman geçmiş aradan, ne değişmiş? Bu özgürlük, Filipinler halkını mutluluk yönünde ne kadar dönüştürmüş?
1929'da, Yahudi genç kız Anne Frank, günlüğü ile Nazi zulmünü açığa çıkarmış. Önemsizdir demiyorum, çok önemlidir. Ancak insanlık bu zulümden ders alarak, dünyada yapılan diğer insanlık dışı davranış ve örgütlenmelere ne tepki koymuş? Geniş düşününce, anlamlı olan da anlamsızlaşıyor!
1946'da, İstanbul Gazeteciler Cemiyeti kurulmuş. Ne işe yarıyor?
Yine 1946'da, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde üniversitelere özerklik tanıyan kanun kabul edilmiş. 62 yıl geçmiş aradan, hâlâ giriş kapısından bütün öğrencileri özgürce geçirmeyi başaramamışız. O halde bunu da geçelim bir kalem. Fasit daire!
1958'de, Ankara'da Kıbrıs için 150 bin kişinin katıldığı bir miting yapılmış. Ne diyeyim ben şimdi? Fasit daire, geçiniz!
Yine bugün 1971'i gösterirken takvimler; Cumhuriyet Başsavcılığı Türkiye İşçi Partisi'nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi'ne başvurmuş. 37 yıl sonra demokrasi ve özgürlükler bağlamında değişen ne var? Sadece partiyi kapatmayı teklif eden makam değişmiş!
1986'da, Ahmet Altan'ın 'Sudaki İz' adlı romanı 'muzır' bulunup, Altan ve yayımcısı Erdal Öz hakkında dava açılmış. Şimdi de Taraf Gazetesi'nde yazdığı, demokrat ve özgürlükçü yazıları nedeniyle 'muzır' bulunuyor. Buna değişmek mi diyeceğiz yani?
Liste uzun. Say say bitmez. Görüldüğü üzere, insanoğlu saymakla bitiremediği dertlerini, dolap beygiri gibi asırlardan asırlara döndürüp duruyor. Değişen sadece; zaman, zemin ve aktörler.
O da bizim elimizde olmadığı için değişiyor. Zaman akmasa, insan ölmese, mevzular bile değişmeyecek!