Taraklı, Göynük, Mudurnu üzerinden Bolu'ya doğru yola çıktığımda taş plaktan eski bir türkü dinler gibi hüzün çökmüştü içime. Osmanlı'nın daha bir beylikken fethettiği bu yöreler hâlâ o günlerin izlerini taşıyan, nüfusu az, sıcacık yörelerdi. Taraklı; 1289 yılında daha Osmanlı Devleti kurulmadan Osman Gazi tarafından fethedilen yaklaşık 5 bin nüfuslu şirin bir kasabadır. İçinden geçen mütevazi çayı, eski kale, yamacına kurulmuş tarihi konaklar ve ahşap evleri ile sıcacık bir alan. Kalenin hemen altında bulunan Gazi Süleyman Paşa Camii ve Hamamı, 1517 yılında yapılmış bir Sinan eseri olarak sapasağlam ayakta durmaktadır. Sokaklarında gezerken Akşemsettin'in yüzünün taşına toprağına ve insanlarının yüzüne miras kalmış gibi nur yüzlü yaşlıların sevecenlikle "Hoş geldiniz" hitabıyla karşılaşmak insanı şaşırtıyor. Bizim insanımızın tarihsel güzelliklerinden biri de; yabancıyı hoş etmek, açsa doyurmak, onunla ilgilenmek ve konuk etmek gibi hasletleri olduğunu düşününce metropollerde unuttuğumuz bir güzelliği hatırlamış oluyoruz. Taraklı'da da, Göynük'te de tarihsel bir imge gibi bu sevecen güler yüzlerle hep karşılaştım. Taraklı'dan 28 km sonra 2 dağ arasında bir vadiye yerleşmiş olan bir başka Osmanlı kasabası Göynük'e vardığınızda zaman tüneline girmiş gibi olabilirsiniz.
TARİHE YOLCULUK
Ortasından akan Göynük Çayı; çevresine yoğunlaşmış evleri 1331-1335 yılları arasında yapılmış Gazi Süleyman Paşa Camisi ve Hamamı ile başka bir dünyanın izlerini taşıyor. Kentin merkezindeki bu külliyeye 1457 yılında vefat eden İstanbul'un manevi fatihi Akşemsettin'in türbesi de sonradan eklenmiş. Sokaklarında dolaşırken köşeden elinde uzun sopası Horosan erenlerinden bir dervişin çıkıvereceğini sanırsınız. Tepeye kondurulmuş Zafer Kulesi, 1923 yılında Kurtuluş Savaşı anısına Kaymakam Hurşit Bey tarafından yaptırılmış. Kulenin alt tarafına serpiştirilmiş ahşap konakları, sokaklara sarkan cumbalı evleri ve alt katlarındaki iş yerleriyle çarşısı sıcak mı sıcak. Orta Asya'dan gelip Anadolu içlerinde tarihin en görkemli imparatorluklarından birini kuran Türkmen aşiretinin çocukları, sokaklarında kılıç talimi yapıyor gibi.
GÖLLER...
Göynük'ün bu her sokağı, her açısı tarih kokan atmosferinden kendinizi sıyırabilirseniz doğal güzellikleri de oldukça zengindir. Göynük-Bolu yolunun 5. km'sinden sonra sola sapıp 6 km giderseniz Çubuk Gölü'ne ulaşırsınız. Bir heyelanla oluşan Çubuk Gölü'nün çevresi ormanlarla kaplı. Sünnet Gölü ise görsellik açısından göze son derece hoş gelir. Göynük-Bolu yolundan 20 km sonra sağa 5 km kadar gidilerek ulaşılır. Kışın karlar altında da son derece çekici olan göl kıyısında Doğal Yaşam Oteli konaklamak için iyi bir mekandır. Bugün görmeyi hedeflediğim Mudurnu'ya vakit akşama yaklaşırken girip, araçla sokaklarında kısa bir tur attık. Mudurnu da Göynük ve Taraklı gibi yine ahşap dokunun kendini hissettirdiği bir kasaba. Kasabanın girişindeki tavuk sanayisine ait üretim alanları, biraz daha modern yapılaşmayı da beraberinde getirmiş ama tarz olarak, 3 kardeşin büyüğü gibi duruyor. Aslında belki 'baba ya da amca' diyebileceğimiz bir de Beypazarı var. Orası artık çok bilinen ve anlatılan bir alan olduğu için oraya girmeyeceğim.
ATEŞİN SESİ...
Marmara'nın doğusunda yaptığım bu küçük gezintiyi bugün Abant'ta noktalamaya karar verdim. Yarın Gölcük'e de kısa bir giriş yapacağız, ama bu gece Abant kıyısında geceleyeceğiz. Aslında aracımın arkasında çadırım uyku tulumum var, ancak göl kıyısında tek bir çadır yok. Bu gezide bana eşlik eden eşim tedirgin olmasın diye gecelemek için çadır yerine Abant dağ evlerini tercih ettik. Yemek ve kahvaltı servisi çok özensiz olsa da şömineli, tek odalı ahşap bir dağ evi, lüks bir otelden daha sıcak geldi bana. Yanan odunun çıtırdayan sesi, doğanın insana sunduğu en güzel seslerden biri gibi geliyor. Yıldızlı bir gökyüzünün altında Abant Gölü'nün siluetine bakarken, zaman tünelinden geçip gelmiş bir insanın tatlı yorgunluğunu yaşıyordum.