Çifte standart
Türkiye zaman zaman yurt dışında çifte standarda muhatap olmaktan yakınıyor. Ama biz de, Hrant Dink'e çifte standart uygulamadık mı? Bizzat, kendi yazdıklarından böyle bir duygu içinde olduğu anlaşılıyor: "Anımsanırsa eğer, Orhan Pamuk için dava celsesi başlamadan daha, 'Ne yapılabilir de dava düşürülebilir' diye az takla atılmadı. Kimine göre Adalet Bakanlığı'nın yargılama için izin vermesi gerekiyordu. Nitekim öyle de yapıldı. Topun kendisine atıldığını gören Adalet Bakanı, Pamuk'a, 'Ben böyle bir şey demedim' demesi için çağrıda bulundu. Sonuçta, Pamuk'un davası düşürüldü. Benzer sürecin daha hafifi, Elif Şafak davasında da yaşandı. Şafak'ın mahkemede görünmesine bile gerek kalmadan dava sona erdirildi. Başbakan Tayyip Erdoğan dahi, Şafak'a telefon açıp, "Geçmiş olsun" dileğinde bulundu. Benzer 'hafif atlatmaları', Ermeni Konferansı'nın sonrasında yazdıkları nedeniyle haklarında 'Türklüğü aşağılamak' suçlamasıyla dava açılan gazeteci ve akademisyen arkadaşlar da yaşadılar. Davaların bu şekilde hafif atlatılmış olmasını kıskandığım sanılmasın. Benim derdim, onların davalarında gösterilen kaygı ve telâşın, Hrant Dink davasında niçin gösterilmediğini sorgulamak ve cevaplamak. Konu Dink'in davasına geldiğinde, diller kilitlendi. Benim Ermeni olmamın bu sonuçta bir rolü oldu mu? Evet" (12 Ocak 2007 - Agos gazetesi) Hrant Dink, bu çifte standardı fark etmesine rağmen, ülkemize gelen Ermeni diasporasının mensuplarına, Ermenistan ve Türkiye arasında daha iyi ilişkilerin yaratılabileceğini söylüyor ve Ermeni asıllı bir Türk vatandaşı olarak, mesleğini özgürce ifa ettiğini onlara anlatıyordu. Bu yüzden, "Türkiye her platformda kendisini en iyi şekilde savunan bir avukatını kaybetti" diyebiliriz.