Kadın üzerinden 'terakki' tartışması Clemenceau'nun Zola'ya gönderdiği mektuptan: "Evet, Bastille'i yıktık; her 14 Temmuz'da hikmet-i hükûmetin ortadan kaldırılışını kutluyoruz. Ancak hepimizin içindeki Bastille varlığını sürdürüyor."
Tarihçi Şükrü Hanioğlu, makalelerini "Osmanlı'dan Cumhuriyet'e Zihniyet, Siyaset ve Tarih" başlığı ile bir kitapta topladı. Bugünü anlamak isteyenlere, Osmanlı'daki fikir akımları ışık tutuyor. TabiOsmanlı garbçıları da Fransız filozofları ve sosyologlarından etkilenmişler. Bunların en önde gelenlerinden biri, Le Bon. Le Bon, kitleleri, mantık değil duyguların şekillendirdiğini, bu yüzden, toplumları maceraya sürüklenmekten koruyup ileri götürmeyi amaçlayan seçkinci entelektüel ve siyasetçilerin gerektiği üzerinde duruyordu. Le Bon'un tesirinde kalan seçkinler, halkın ilerlemesinin temel şartının, eşit vatandaşlar yaratılması değil, aydınlara kulak verilmesi olduğunu düşünüyordu. Bazı ilkelerin tepeden inme dayatılması, "cahil oy çoğunluğunun" doğru tercih yapamayacağına inanılması, işte böyle bir düşünce tarzının ürünüdür. Türkiye'de, her zaman çağdaşlık ve modernlik, İslâm kimliğinden, milli örf ve adetlerden koparak, Batılı giyim kuşam ve hayat tarzını benimseme şeklinde anlaşılmıştır. Şükrü Hanioğlu'nun kitabında, 17 Haziran 1875 tarihli Hayal mecmuasında basılan bir karikatür var. Bu karikatürde, biri alafranga, diğeri alaturka kıyafetli iki hanım şu konuşmayı yapıyor: - Kız bu nasıl kıyafet? Utanmaz mısın? - Bu asr-ı terakkide sen utan kıyafetinden. Osmanlı'da Meşrutiyet döneminin garbçıları, adab-ı muaşeret kitabı hazırlayıp, Türklere has misafirperverliği dahi çağdışı bir davranış gibi nitelendirmişlerdi. Hanioğlu, buna örnek olarak Kılıçzade Hakkı Bey'in bir hikâyesini gösteriyor. Mahallelinin "dinsizler familyası" adını taktığı bir ailenin, muhafazakâr çevrede yaşadığı sorunlar dile getiriliyor. Ailenin anne ve kızının kıyafetleri "gavurca" bulunuyor. Kapıya gelen misafirler, "kabul günü olmadığı" için reddediliyor. Hikâyede "dinsizler" ailesinin fertleri "seçkin", muhafazakâr mahallede yaşayanlar ise "kitle" olarak takdim ediliyor. Görüldüğü gibi, o dönemde de, kıyafet bir seçkinlik sembolü haline getiriliyor. Bugün, eğer Türkiye'nin ilerlemesini, kafaların özgürleşmesini istiyorsak, daha farklı bir felsefi zemin üzerinde yol almalıyız. Eğitim, bilgi, beceri, başarı, şekilciliğin önüne geçmeli. Hanioğlu, bilgisayar mühendisi olan bir başörtülü kadının pekalâ çağdaş olduğunu, alfabesini terk etmeyen Yunanistan veyahut Japonya'nın da "terakkiden" geri kalmadığını hatırlatıyor.