Televizyonlar Deniz Seki ile zurnacı sevgilisinin söylemlerini naklen yayınlıyordu. Gazeteler birinci sayfaların sağ üst köşesine baldırı çıplak kadınların resmini basıyordu.
Ben Edith Piaf şarkısı dinliyordum bir köşe başında.
Sokaklar kalabalık ama sessizdi.
Karanlık adamlar, politikanın örsünde çocuklarımızı dövüyordu.
Birileri geleceğine sövüyordu ülkenin, omuzlarda taşınıyordu.
Belediyeler bir yandan ganimeti bölüşüyor, bir yandan vatandaşın kalbine giden yollara kömür torbaları döşüyorlardı.
***
Kimse kimseye, sevgiyi öğretmiyordu.
İnsanlar birbirini severse ülke kalkınır diye korkuyorlardı.
Ben acı kahve içiyordum sokakta.
Kasten cahil bırakıldığını anlamayan toplum, yalan vaatleri içiyordu çay niyetine.
Kendilerine sülük gibi yapışan politikaya teslim olmuşlardı.
Güneşin battığı yerde ihanet doğuyordu.
Gömlek değiştiren yılanlar birbirine sarılıyordu da, dostlar dostlara darılıyordu.
***
Yürek acıtıyordu gerçekler.
Babalar sersefildi, analar yarı aç, yarı ölü.
Emzikten kesiliyordu bebeler.
Herkes safları terk ediyor, yürüyüş sırasını da savıyordu üstelik.
İhaneti kanıksamak böyle oluyordu demek.
Ben Lili Marlen dinliyordum o sıra.
Gazete okuyordum da, iktidara yaranmanın alfabesi, yeniden yazılıyordu.
Ülkede ürkütücü bir sessizlik hakimdi.
***
"Hamdolsun kriz yok" diyorlar da, krizin kralı var.
Kriz, belediyeleri yağmalayana yok.
Toplumun kanını emenlere...
Çalınan sadece bugünün umutları değil, çocuklarınızın yarınlarıdır.
Dönüşü olmayan yolculukta, neler kaybettiğinizi anlayacaksınız ama geçmiş ola.
Konuşması gerektiği yerde susmak, yarın isteseniz de konuşamayacağınız anlamına geliyor, farkında değilsiniz!
***
Bütün bunları, bir sokağın başında kahvemi içerken düşündüm.
Düşündüm de, bu dönüşü olmayan yoldan kim çevirecek bizleri?
İnsanlar gönüllü yolcu olmuşken...