Gördük günümüzü
An gelir geçmiş günler düşer akla. Dün gibi hatırlanır her şey. Zaten biz tercih ederiz, hatırlamayı veya unutmayı. Seçer, eleriz anıları. Kötüleri siler, iyileri kazırız belleğimize. Ya da iyi kötü ne varsa unutuveririz. Yine de düşünürüz neydik ne olduk diye? Bir masal anlatmak zamanı gelir ardından. Ama uyutmak için olanlardan değil, uyandırmak için. Bunu anlatmak, diğerlerini anlatmaktan zordur. Çünkü ilaç misali tatsızdır. Acılığı faydasını gölgeler. Ve mutlu sonla bitmez... "Bir varmış bir yokmuş. Çoook eskilerden dostluk, barış, vefa ve karşılıksız sevgi varmış'' diye başlar bu masal. Kapıların kilitlenmediği, yalanın köklenmediği, paranın manevi anlamda pul olduğu dönemlerden bahsederek devam eder. Sevginin saygılısı, saygının içteni... Vermenin almak için olmayanı. Der ve uzaaar gider. Sırların saklandığı, evlatların arkadaşlara emanet edildiği veya evde yalnız bırakılabildiği zamanlar. Acıma duygusu, merhamet, güven temelli, korkusuz ilişkiler, tutulan sözler, çıkarsız duyarlılık...
ANLAYIŞ YOKTUR BU DEVİRDE Bir de şimdiler vardır. Kendimiz binlerce günah işleyip, temiz kalple edilmiş bir tövbeyle affedilmeyi beklerken, karar mercii biz olduğumuzda kelle kesimi farz olur, cezalandırırız sorgu sual etmeksizin. Anlayış yoktur bu devirde. Öyle bir doğrudur ki bu, masal insan yaşadığı günden soğur. Kimsenin, derman bulamamak pahasına, derdini söyleyemeyeceği bu gününden. Evlatların annelerini kestiği, akrabanın akrabayı yaktığı, bebelere tecavüz edildiği bu günden. Ana haber bültenini izlemekle '+18 Testere V' izlemenin aynı etkiyi yaptığı bu günden. Leyla' dan geçtik, Mevla'dan geçme faslındayız. Kapalının açığı, açığın kapalıyı kınadığı, kınamakla kalmayıp nefret ettiği yerdeyiz. Eski elelelik, anlayış ve toleransın esamesi okunmuyor bugünlerde. Herkes yanlarda. Ortada kuyu da yokken hem de. Nerede çocukluğumuzdaki hoşgörü? Kırk yıl hatırı olan kahvenin sıtarbakslar yüzünden hatrının sayılmadığı, kuru fasulye pilavın kro kabul edildiği maskeli zamanlar. Hepimiz ilkokulda bitlendik arkadaşlar. Çokomeli sevmez miydik? Komşumuzun evinde, geç kalan annemizi beklemedik mi? Anneannemiz namaz kılarken sırtına binmedik mi? Huzur içinde sokakta oynamadık mı saatlerce? Gaz lambalarıyla aydınlanmadık mı yeri gelip? Kimi niye kandırıyoruz ki? Modernleşeceğiz, başka kültürleri taklit edeceğiz derken küçümsediğimiz geçmişin sterilliği ve doğruluğundan eser bırakmadık. Suçlar arttı, suçlular arttı. Eskiden kan davası vardı, şimdi kan akıtmak için davaya bile gerek kalmadı. Telefonlar dinleniyor, hayatlar gözetleniyor, teknoloji aldı yürüdü ama suçlar engellenemiyor. Sevsinler varlığımızı, gelişmişliğimizi. Sevsinler günümüzü. Söylenilenler masal anlatmaktan öteye geçmeyecek biliyorum. Zaten dönülmez akşamın ufkundayız, vakit çok geç. O kadar geç ki neredeyse erken. Herkes her şeyin farkında ama eller kollar bağlı. Yıllar merdane oldu, aşkı, nezaketi, kibarlığı, ezdi geçti. Seyrettik umarsızlıkla. Yavaş yavaş olduğundan sudan çıkmış balığa dönmedik Allah'tan. Düşünsenize bindokuzyüzyetmişlerden alınıp birden bire ikibinsekize konulsak herhalde kafayı üşütürdük farklılıktan. Üşütmesek de araba çarpardı. Acemi ölürdük, cesedimiz şaşkın olurdu. İşte masal böylelikle muallakta kalmış, bitememiş. Yine de gökten zembille üç karpuz düşmüş. Biri benim kafama, biri sizinkine... Üçüncüsü, havada asılı kalmış, düşmemiş... Bu masal da böyle bitmiş...
|