Yeşil saçlı salkım söğütlerin perçemleri arasında başladım O'nu sevmeye. Lojmanımızın bahçesindeki minik süs havuzuna dam olmayı görev edinmiş, kimsesiz kuşların huzurlu yuvası anaç ağacın altında... Okumak nedir bilmediğim bir zamanda... Babamın oyalanayım diye verdiği bir kitabın ilk sayfasındaki fotoğrafında tanıyordum. Minicikken bile anlatılmıştı 'Anlayamaz ki' diye düşünülmeden... Çanakkale'de yaşamışlıktan Fener alaylarından... Topraktaki kan kokusunun, bir yandan insanı acıtırken, bir yandan dört nala gururlandırışından. Tanımamak, bilmemek veya aklımın ermemesi ne haddimeydi... Fotoğraflarına bakarken, başka bir şey olurdu bana. Üşüdüğümde ısıtan alev alev bakışları, sıcakladığımda yüzdüğüm derin, serin gözleri vardı bu inanılmaz adamın... O inanılmaz adama öyle inanırdım ki, kendim de şaşardım... "Gel'' dese gidilmesi, "Öl!'' dese ölünmesi gereken biriydi O. Ne kadar şanssızdım. Hiç görememiştim, tanışamamıştım. Erken, zamansız yitmişti... Matahmış gibi apar topar yaşlandığımda, fark ettim ki Ata'sını fiziğiyle çelişecek kadar hunharca seven küçük kız, hiç büyümemiş içimde. O'nu istiyorum. Dün kaybetmişim gibi laf anlamaz ağlamak, yanına gitmek, bir çok şey için özür dilemek istiyorum. Şımarmak istiyorum engin hoşgörüsüne. Kulağımın gözünün, aymasını istiyorum hiç boşa söylenmemiş kelimeleriyle. Bir daha doğsun istiyorum. Yuvasını, vatanını, Türkler'ini çekip çevirsin istiyorum. Çok ve olmayacak şeyler istiyorum. Hayatını kana kana yaşayıp, hakkı verildiği için lütfolunan kırışıklıklarından, tamamen keyfi olarak kurtulmak uğruna ameliyat masasına yatabilen insanlar var. İşte bu insanların, bir tek kırışığı oluşmamış yaşında, sırf bizlerin huzuru için, hiç düşünmeden şehit olan yavruların, o kurtulunmaya çalışılan kırışıklıkların bir tanesi için neler feda edebileceğinin bilincine varmalarını istiyorum. Söyledim ya çok şey istiyorum. Şu herkesin yorum yapmak zorunda hissettiği 'Mustafa' filmini ben de izledim. Kaliteli bir otobiyografiydi. Rahatsız olmadım. Filmde koskoca bir ömürden alıntılar vardı. Yapımcının seçimleriyle sınırlı kesitleri, bütünün binde biri olduğu bilinciyle izledim. Büyüklüğünü, ileri görüşlülüğünü, cesaretini ve herkese nasip olmayan, doğuştan gelmiş karizmasıyla liderlik ruhunu bir kez daha tanıdım. Bir kez daha anladım Bir kez daha hayran oldum. Ne kadar kısa zamanda, ne kadar inanılmaz değişiklikler yapabildiğine bir kez daha şahit oldum. Ayrıca duygusallığını, insancıllığını ve hassaslığını yüreğimde hissettim. Öncelikle belirtilmelidir ki Ata'mızın yaptıklarını yargılayabilmemiz için, o koşullarda yaşayıp, vatanımıza O'nun milyonda biri kadar hizmet etmiş olmamız gerekir. Öyle oturduğumuz yerden laf üretmek sakat kalır. Boştur bu işler... Gençliğini vatan kurtarma hayalleriyle geçirmiş, hayalleri yüzünden sürgünler yemiş, buna rağmen vazgeçmeyip, ülkesinin çehresini anormal bir hızla değiştirmiş bu büyük insan, özelinde ne isterse yapar. Kimseyi ilgilendirmez Kimse özelini yargılayamaz. Hele bu yargılama, O'nun varettiği imkanlar sayesinde yapılmaktaysa, nankörlük ve körlük almış yürümüş demektir. Demokrasi, halkımız tarafından hazmedilebileceği bir zamanda geçerlilik kazanmıştır. Ortam bu değişikliğe hazır değilse, tabii ki zerkedilemez. İlaç, yanlış zamanda ya da yanlış dozda verildiğinde öldürücü olabilir. Bunun zamanını doktorlar bilir. Atatürk Türkiye'nin doktorudur ve doğru tedaviyi uyguladığı bugünkü çok seslilikten bellidir. Bu özgürlük, bu varlık, bu rahatlık içerisinde yargı yapmak kemik sızlatmaktan başka bir şey değildir ve ileriye de gitmez. Nazik konuları tartışmaya açmak, havaya tükürmek gibidir. Ağzımızdan çıkan şey dönüp suratımıza yapışabilir. Sükut zamanıdır. Susulmalıdır BAZI ŞEYLER TARTIŞMASIZDIR! (Yabancılar gökten inme Noel Babalarını, filmlerle, hikayelerle, bizim çocuklarımıza göz göre göre aşılıyabiliyorlar. Bizlerse onurla, inançla, kanla kazanılmış ve dünyaca alkışlanmış, gerçek başarılarımızı, dahası bunun başrolündeki güzel insanı, anlamayı, anlatmayı başaramıyor, ağızlara sakız yapmaya cesaret edebiliyoruz. Vay bize Vaylar bize.) Kendi sözümü dinleyip uslanayım artık. Sinirimden sıyrılıp asıl konuma geleyim nihayet. Cumhuriyetimizin 85. yılının kutlama törenlerinde canımı sıkan, gözümü tırmalayan bir şeyler oldu. Atatürk'ümüzün bir resmi, resmi derken fotoğrafı değil, bildiğimiz boyama resmi asılmıştı cumhurbaşkanlığı köşküne. Dalgalanmaktaydı fonda Bir ressam olarak rahatça söyleyebilirim ki kötü değildi. Ama çok iyi de değildi. O an, Atatürk'ün, bugüne kadar gördüğüm binlerce büstü, tablosu, kumaş üstü yağlıboya portresi geçti gözlerimin önünden. Ve şöyle düşündüm; "Çok şükür Mustafa Kemal'in yüzlerce fotoğrafı var arşivlerimizde. Neden büyüttürüp onları kullanmıyoruz törenlerde?'' Heykellere bir şey diyemiyorum. Ne de olsa fotoğraf heykelin yerini tutamaz Ama resimlerindense, fotoğrafları tercih edilebilir. Ve edilsin de Sesimi duyanlara arz ediyorum; Lütfen Ata'mızın fotoğraflarını kullanalım mümkün mertebe. Bu boyama resimler, ne kadar iyi yapılırsa yapılsın, gerçek Mustafa Kemal'i yansıtamıyor. Tatlı bakışlarını anlatamıyor. Lütfen Dip not: Nesli Çölgeçen'in 'Son Buluşma'sı sağlam geldi. Parçasını izlerken ağladığım bu belgeseli zevkle izleyeceğim ilk fırsatta.