Dün gece, milli takımın kazanması için birçok neden vardı ama tek vuruşla rakibi indirecek adamımız yoktu.
Yumruk atmamız için, tokat yememiz gerekiyordu belki.
***
Maçın başında takımızda bir uyku hali vardı. Klasik bir iç kanama.
Kabarık hata listesi.
Ve Terim'i 35. dakikada değişikliğe itecek kadar isteksiz resimler.
Bazıları Fatih Terim'in verdiği işi değil, istediği işi yapıyordu sanki.
Ayhan gibi, Nuri gibileri...
Dirençli olan, ikili mücadelelerde ayakta kalan Estonya'ydı.
***
İlk 20 dakikada takımımızda "nöbetçi santrfor" sistemi vardı da, nöbet yerleri boştu.
Rakip defansın bu kadar rahat oynatılmasına şaşırdım.
Her şeye rağmen, kendini üç kez golün merkez üssünde bulan Halil Altıntop'un vuruşlarına daha çok şaşırdım.
İlk yarıda, sadece bir kez soldan bindiren Hakan Balta'nın pozisyonu, "butik pozisyondu" ama top direkten döndü.
Verdiğimiz pozisyonlar da, ava giderken avlanmak dürtüsüydü.
İlk yarı biterken, "Nasılsa bu takımın en büyük gücü, güçsüzlüğü" dedim.
Tedirginlikle açılıp, alkışla kapanan perdelere alıştığım için belki.
***
İkinci yarıda siperlerinden çıkmış bir takım havasındaydık.
Arda'nın kanattan içeri sokulması ve Ayhan'ın yerine oyuna giren Yusuf'un yönetmenliğe soyunması, gelecek bir golün sinyallerini veriyordu.
Estonya'nın haddini aşan cesareti de, istediğimiz pozisyonları bulmamızı sağladı.
Ne yazık ki, pozisyon hovardasıydık.
Gecenin en önemli adamları, Estonya kalecisi Londak ile kaptanları Piroja'ydı...
***
Ve kaç maçtır aynı oyuna eşlik eden milli takımımızın, bu kez talih yanında değildi.
Galiba mucizeler de yorulur.
Ne diyelim...
Bir dahaki ölümde doğmak üzere, İspanya maçını bekleyelim.