Bayram tatili nedeniyle memlekete, baba ocağına geldik. Pek çok eş dostla bu vesileyle bir araya geliyoruz, hasret gideriyoruz. Gazeteciyiz ya, selam kelam faslından sonra hemen ülke gündemine ilişkin muhabbete geçiliyor. Bizden, hap gibi çözümler, ikna edici cevaplar bekleniyor. Eskiden siyasi konuların ağırlığı kendini daha fazla hissettirirdi. Muhabbetlerde siyasi kişilikler daha çok konuşulur, onların performansları üzerine yorumlar gırla giderdi. Toplumun profilinin ve dünyaya bakışının değiştiği bu görüşmelerdeki konu başlıklarıyla da kendini hemen belli ediyor. Şimdi siyasi çekişmeler, atışmalar, Ankara'nın kısır ve bildik gündemi kimseyi ilgilendirmiyor. İşi Türkiye'nin gündemini tabi hangi gündem?- izlemek olan bizim gibiler için örneğin bir haftadır süren Kılıçdaroğlu-Fırat çekişmesi çok önemli. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki taşrada bunun hiç önemi yok. Arada laf arasında geçen küçük bir detaydan ibaret. Gerçek gündem "ekonomi". Hem Türkiye'nin genel ekonomik durumu, hem de küresel krizin ayak sesleri nasıl bir fırtınaya dönüşecek herkes onun derdinde. Geçmişte büyük sıkıntılar yaşamış bir toplumun bireyleri olarak korku ve endişe had safhada. Finansal bilgileri olan biteni açıklamaya yetmiyor belki ama ticari tecrübeleri onlara farklı şeyler söylüyor. Ve bizden istedikleri en önemli cevap, ABD krizi bizi nasıl etkiler sorusuna vereceğimiz cevap oluyor kuşkusuz. "Ne olacak bu ABD'nin hali?" sorusu öyle böyle değil, herkesin zihnini meşgul ediyor. Eskiden Türkiye için sorulurdu bu soru, dünya hali işte şimdi tek süper güç için soruluyor. Denizli taşrasındaki insanlar da konunun farkında, küresel bir dünyada yaşadıklarının ve olan bitenin kendilerini de etkileyeceğini bilincinde. Bence bu çok büyük bir kazanç. Kayıkçı kavgası ile yıllarca iktidarda kalmayı becermiş geçmişin siyasi figürlerinin tarzına onay vermeyecek bilinçte insanlarımız. Hani kimilerinin "göbeğini kaşıyan adamı" var ya, o sadece göbeğini kaşımıyor. Dünyayı, ülkesini, olan biteni gayet yakından takip ediyor. Ve gerçek gündemin medyada ve Ankara'da oluşan olmadığının da ayırdında. Sadece ve sadece ak denilene kara demek suretiyle yapılan muhalefete de karşı, eleştiriye kapalı iktidar anlayışına da. Yine ikinci ve önemli bir soru da "biz ne yapabiliriz?" e cevap aramak. Piyasada paranın dönmediği genel bir şikayet ve bu duruma teşhis istiyorlar. İşte burası daha zor. Küçük esnaflığın enflasyonsuz bir ülkede pek fazla şansının olmadığını, ticareti yüklü alımlar ve sürümlü satımlara dönüştürmedikçe rekabet etmelerinin zorluğunu anlatmak. Aynı işi yapan esnafların en azından mal alımında birlikte hareket etmelerinin zorunluluğunu dile getirmek. Ortak iş yapma kültürünün gelişmesinin mecburiyetinden söz etmek. Gıdadan giyime zincirlerle rekabet etmenin tek yolunun "alırken kazanmak" olduğunu anlatmak... İşte bu zor. Henüz iş hayatı anlamında "benim olsun küçük olsun" anlayışı çok güçlü. O yüzden esnafın sıkıntısı bitmez ve bitmeyecek. Tüketicinin etiketini görmediği ürünü almamak gibi bir eğilime girdiğini anlamaları gerekli.. Velhasıl, Türkiye ekonomiyi daha bir önemsiyor. Bu insanlardan oy alabilmek için siyasi partilerin sıkı programlara, ikna edici projelere sahip olması gerek. Bizden söylemesi...