Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün 21 üniversiteye yeni rektör atamasının tartışmaları henüz bitmemişken, 23 yeni üniversite daha gündemde.
YÖK bu üniversitelerin rektör adaylarını belirleyip Cumhurbaşkanına gönderdi. Şimdiden yeni eleştiriler başladı bile:
"Tercihler ideolojik, türban yanlısı adaylar atanıyor." Aslında
Gül'ün önceki tercihleri bu görüşü haklı çıkartıyor. Çünkü, bazı üniversitelerde seçim sonuçlarını dikkate almayarak, daha az oy alan, türbana ılımlı isimleri atamıştı.
***
Geriye bakıldığında,bu durumu eleştirenlerin de aynı yöntemlerle seçildiğini görüyoruz.
YÖK kurulduğu 1980 ihtilalinden beri rektör seçimlerinde siyasi görüş hep etkili olmuştur.
Zaten YÖK'ün en büyük amacı üniversiteleri
"laikliğin kalesi" haline getirmekti.
12 Eylül ruhu Cumhurbaşkanı olunca,
YÖK Başkanı'nı ve bütün rektörleri bu ideoloji doğrultusunda atamıştır. Böylece üniversiteler, ellerinde büyük yetkilerle donatılmış olan rektörlerin mutlak hakimiyeti altına girdi. Bunlar büyük bütçelerin, çok önemli rantların sağladığı ekonomik gücü ellerinde bulundurdular. Bu nimetlerle kendilerine dokunulmazlık zırhı oluşturdular. İlim irfan adına yapabildikleri de ortadadır.
***
28 yıldır bu sisteme pek dokunan olmadı. Ama
Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olunca dokunmaya başladı. Önce
YÖK yönetimini, ardından rektörleri değiştirdi. Değişim buraların artık
"laikliğin kalesi" olmasını yıkmaya yönelik oldu. Değişmeyen şey atamalarda yine ideolojik ve yanlı tercihin var oluşudur.
Bu tutum asla kabul edilir olamaz. Çünkü üniversiteler herhangi bir görüşün temsil edildiği yer değil, bağımsız, evrensel, ilim üreten yerler olmalıdır.
***
Bu böyle gelmiş böyle gitmemelidir. Artık
Giresun Üniversitesi'nin rektörünü ve yönetimini Ankara belirlememelidir. Üniversite yönetimleri için, ileri ülkelerde başarılı olmuş farklı modelleri denemeye başlamalıyız. Örneğin, Anadolu'daki devlet üniversiteleri
"Vakıf Üniversitesi"ne dönüştürülebilir. Vakıf mütevelli heyeti, şehrin valisi, belediye başkanı, sanayi odası başkanı, müftüsü, milli eğitim müdürü, çiftçisi ve diğer ileri gelenlerden oluşturulur.
Üniversitenin yönetimi onların sorumluluğuna verilir. Böylece herkes kendi üniversitesine sahip çıkacaktır. Ankara denetleyici olmalıdır.
Avrupa'da sık rastlanan bir yöntem de
üniversitelerde idari ve bilimsel olarak iki ayrı yönetim yapılanmasının olmasıdır. Bilimsel kararları senato alıyor, idari uygulamaları genel sekreter veya genel müdür yapıyor. Böylece bilim insanlarından seçilen rektörler, parayla pulla boğuşmak zorunda kalmıyor, asıl işini yapıyorlar.
Demokrasimizin oturması için, üniversitelerin siyasi iktidarların arenası olmaktan kurtulması ve özerk olması şarttır. Bu cuntacı yapı devam ettiği sürece, atamalar her dönem tartışma konusu olacaktır.