Bu arada bitmez tükenmez saatler boyunca, ağzıma tek yudum, beni kendimden geçirecek, sarhoş edecek bir şey koymuyorum. Seni düşünmekten beni ayrı koyacak yeni durumlara tahammülüm yok.
Aklım başımda olmalı ve sensizliğin acısını, hep tüm duyarlılığımla hissetmeliyim.
Olmazsa olmaz.
Bu seni, yaşamında tekrar sayarak bırakıp giden, cesur ahmağa yakışmaz. Yaptığımın hesabını kendinden her saniye sormaya yeminli bana, kendini kaybetmek yakışmaz.
Acım, senin güzelliğin kadar sürekli olmalı.
Yoksa ne anlamı olur.
Ben, seninle bir kez daha karşılaşmayı kuruyorum. Belki çok kısa olacak bu karşılaşma, ama her şeye değecek.
Tüm çektiklerimin toplamının sonucu olacak, seni bir daha görmem.
Senden asla özür dilemeyeceğim. Böyle saçma bir şeyle bu kadar kutsal bir zamanı harcayamam. Yüzüne bakacağımalımlı vücuduna ya da başka herhangi bir yerine değil. Sadece yüzüne bakacağım.
Yüzüme bakacağın anın, kahredici sızısını tüm benliğimle duymak için, yüzüme bakmanın tek saniyesini kaçırmayacağım. Bütün kederinle bile olsa, yüzüme baktığında, yüzüne yansıyan büyülü gülümsemeyi keşfetmeye çalışacağım.
Bir yakalayabilirsem o anı, belki sana nasıl bir sefil olduğumu anlatacak cesareti bulabilirim. İşte o an yakalandığında her şey düzelebilir.
Ben, bütün kirlerimden arınmanın ferahlığını yaşayabilirim. Sen, seni aldattığım sarışının ne kadar önemsiz olduğunu anlayabilirsin.
Plakçı vitrinindeki acının baronları, bana tekrar eskisi kadar yabancı kalabilirler. Saçlarım aniden bembeyaz kesilebilir. Yüzümde anlamlı kırışıklıklar hâkimiyet kurabilir. Eskiden olsa inanmayacağımız, bir mucize yüzümde belirebilir ve sen, benim ne denli pişmanlık duyduğumu anlayabilirsin.
Ben, özür dilemek ahmaklığını göstermeden, gözlerimi senin yüzüne dikmişken, sen, sensizliği anlayıp, beni affedebilirsin.
Saçımın beyazlamasını, yüzümün anlamlı kırışıklarla o an dolmasını, nasıl istiyorum bir bilsen.
Ve şu an nasıl üşüyorumsana bir anlatabilsem.
Üzerime onca şey örtmüşken, bu kadar üşümemin, soğuktan kaynaklanmadığına inanıyorum.
Sensizlik bir rüzgâr olmuş, odanın içinden hiç çıkmıyor.
Ve hiç bir pencere, beni bu cereyanın altında kalmaktan kurtaramıyor.
Çok üşüyorum canım.
Keşke sana, seni kaybetmeden önce, "canım" diye başlayan cümleler kurabilseydim.
Çok üşüyorum ve bu kadar titremenin, beni bütün dertlerimden kurtaracağını düşünüyorum.
Senin rüzgârınla üşüdüğümün farkındayım.
Acele edip gelmezsen eğer, senin için bu denli üşüyen bir ahmağı görmek zevkinden mahrum kalacaksın. Titremelerim arttıkça karşımda belirdiğini anlıyorum.
Keşke, elimle de tutabilsem seni. Uzanıyorum... Sen uzaklaşıyorsun.
Ancak sana her uzanışımın, biraz daha yaklaşmak olduğunu anlayabiliyorum.
Çok üşüyorum canım!
Neredeyse seni düşünemeyecek kadar çok üşüyorum giderek.
Her titreyişimde sana uzanıyorum ve sen, benden daha az kaçabiliyorsun. Bir de gözlerimi açabilsemBir de ağzıma damlatılan sudan, içimdeki alevi söndürecek kadar yudumlayabilsem. Daha çok üşümem belki o zaman.
Çok üşüyorum canım. Neredeyse elini yakalamak üzereyim.
Titremem geçse! Ah bir yakalayabilsem! Artık sadece sana elimi uzatabiliyorum. Bir de dışarıdan uğultu halinde gelen duaları duyabiliyorum. Sanırım artık elini tutmaya hazırım. Rüzgâr durdu. Titreme geçti. Ve sen bana koşarak yaklaşıyorsun. Yüzünde, beklediğim anlamlı gülüşünle. Saçlarım bembeyaz, kırış kırış suratımla; sana koşuyorum. Kocaman dağların üzerinden atlayarak.