İnsanlık tarihi boyunca çatışmaların, savaşların eksik olmadığı bir bölgedeyiz. Sayısız uygarlıkların kurulduğu, çok değişik inanç sistemlerinin yaşadığı ve bunların yansımalarının görüldüğü yukarı Mezopotamya Ovası'na bakıyorum. İpil ipil yanan güneşin kavurucu sıcaklığı altında buğulu bir sonsuzluk gibi duran ova; bir zamanlar belki de yemyeşil vadileri, akar suları ile cennetten bir köşe gibiydi. Şimdi çoraklaşmaya yüz tutmuş, kavrulmuş toprağı ile Gap suyunu bekliyor. Mardin'in etkili bir panaromik görüntüsü var. Araç giremediği için kadrolu eşeklerin çöp aracı yerine kullanıldığı daracık sokakları ve abbaralarıyla insanı esir alan bir kent.
MİSTİK YAPILAR
Akşam üzeri ulaştığımız ilk eser muhteşem bir Akkoyunlu yapısı olan Kasımiye Medresesi'ni dolaşıyoruz. Bir mimari ve mühendislik şahaseri olan medrese; Akkayunlular döneminde Mardin yönetimini üslenen Kasım Padişah zamanında 1469'da yapılmıştır. İçindeki çeşmesinin doğum, gençlik, yaşlılık ve ölümü sembolize eden su akışı ve havuzuyla insanda mistik duygular oluşturan görkemli bir yapı... Abbara denen ve sokakların yarım ay şeklinde kapatılıp üstüne de yaşama mekanları yapılan yerler; şimdilerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin katkılarıyla restore edilip ışıklandırılmış. Valilik kaleyi en güzel açıdan izleme imkanı veren bir yere 3-5 metrelik küçük bir oturma ve fotoğraf çekme alanı yapmış, çok da iyi yapmış. Biz de araçtan inerek o alanda kenti izleyip fotoğraf çekmeye başladığımızda karşı tepede ki (500 metre civarı) bulunan orduevinden askerler düdük çalmaya başladı. Sonra 2 asker gelip yasak olduğunu söylediğinde bize özgü bir gariplikle karşılaştığımız için çok şaşırmadık. İnsanların internetten kendi evini bile tüm ayrıntılarıyla görebildiği bir elektronik çağında nasıl bir askeri ve güvenlik sakıncası olabilir. Üstelik bir orduevi. Silahlı kuvvetlerimiz otoritesini hissettirmeyi pek sever ne de olsa. Birkaç poz çekebildikten sonra apar topar otelimize dönüyoruz. Bu bölgede yaşamış Artuklular'ın mimariye kattığı zarif uslup karşısında hayran kaldığımı söylemeliyim. Ulucami'nin hayranlık bırakan zarafeti üzerindeki kufi yazıların ve sembollerin taşıdığı anlamlar ve görkemli yapı yaklaşık bin yıla yaklaşan bir maydan okuyuşu simgeliyor sanki. Sabah kahvaltısından hemen sonra erkenden kaleye doğru çıkarak Mardin'e bir de yukarıdan bakabildik. 1385 yılında yapılan tüm görkemiyle ayakta duran Zinciriye Medresesi'nin balkonundan bir deniz gibi uzanan yukarı Mezapotamya'nın puslu ve sarı bir sonsuzluk gibi duruşuna bir kez daha göz atıyoruz. Bizden önce koşan içimizin hızına uyarak Mardin çıkışında Darül Zefaran Manastırı'na uğruyoruz. Dünya kültür mirası içinde hem mimari olarak hem dinsel ve siyasi anlamıyla etkileyici bir yapıdayız.
3 BİN YILDIR AYAKTA
Dünya Süryani cemaati için birinci derecede önemli olan bu etkileyici manastır yaklaşık 7 asır Süryani patrikliğinin dinsel ve idari merkezi olmuştur. Milattan önceye uzanan ve ne zaman yapıldığı bilinmeyen ilk hali bir güneş tapınağı imiş. Şemsilerin tapınağındaki tavan yapısı hayranlık uyandırıyor. Hiç harç kullanılmadan kenetli taş sistemiyle yapılmış tavan tahmini olarak 3 bin yıldır bozulmadan ayakta kalabilmiş. Bu tapınağın hemen yanına inşa edilmiş manastır son zamanlarda dünya Süryanileri'nin parasal desteği ile ciddi bir restorasyon geçirerek görkemi açığa çıkarılmıştır. Şimdilerde merkezi Şam'da bulunan Süryani patrikliğinin hâlâ dini merkezi olarak burası kabul edilmektedir. Süryani patrikliğinin mezhep karakteri ise saf İsa inancını kendilerinin taşıdığı anlayışına dayanmaktadır. İsa'ya ilk inanan ve dünyada ilk kiliseyi yapan Antakya'daki Sen Piyer Kilisesi'nin de Süryani cemaatı tarafından yapıldığı inancı hakimdir. Çevrede tarihsel önemi ve özelliği olan daha çok yapı var. Yeni yeni ortaya çıkarılan antik Dara kentini daha sonraki bir zamanda gezebilmek umuduyla bir başka dinsel ve uygarlık merkezi olan Urfa'ya doğru yola çıkıyoruz.