Dünkü görüntülere bakınca, "Hey gidi işçiler" dedim.
"Siz böylesine ezilecek kadar, ne yaptınız bu memlekette?"
İşçilerin diliyle seçim kazananlar, kaba bir dille, işçilerin saflarında olmadıklarını ilan ederken.
"1 Mayıs güme gitti ama iktidar da kaybetti" dedim.
***
Dünkü Türkiye resimlerine baktım da, 1960 sonlarındaki Nikaragua'dan bir farkımız yoktu.
Hiçbir yanı güvenli olmayan sokak manzaraları.
Zulmün resmi geçidi. İşçilerin arasına karışan bölücü resimler...
Tipik bir üçüncü dünya ülkesinden klasik kesitler.
***
Ateşe benzin emziren nefretin ve sevgisizliğin naklen yayını vardı televizyonlarda.
"Bunun adı, demokrasiden arınma şöleni olmalı" diye düşündüm.
Makul olmak gibi bir ruhu yitirmiştik.
Her insanı kutsal bir canlı olarak gören çağdaş dünya düzeninden, hızla uzaklaştığımız ortadayken...
***
Bu ülkede yasalar düşünceye ve kişiye özeldi, söylemeye gerek yoktu.
"Ben 3 kadınla yaşıyorsam kime ne?" diyenlere dokunmayan yasaların, bayramını kutlamak isteyenlere dokunmasında ne çok çelişki vardı.
Yasalara göre Taksim Meydanı'na çıkmak yasaktı, binalardan çıkmak değil.
"Yolları kapatmakla, parti kapatmak arasındaki farkı" sordum vicdanıma.
Avrupa Birliği'nin savunma avukatlarına postaladım sorumu.
Cevabı yakında gelir.
***
Dünkü içler acısı görüntüleri izlerken, "Hey gidinin işçileri" dedim.
Kendilerini polisle karşıya karşıya getiren sisteme yenik düştüklerini iyi biliyorlardı aslında.
Onların, sıkılan suyla değil, kendi gerçek güçlerini inkar ettikleri için yıkıldıklarını biliyordum.
"Hey gidinin işçileri" dedim.
Bir zamanlar gerçekten işçiydiniz! İki eliniz iki yumruk.
İki gözünüz iki yanardağ!
***
İsteseydiniz dağları devirirdiniz.
İstemediniz...