Gencecik güzel bir kız. Üstelik hukuk öğrencisi. Ancak eli kanlı katillerin becerebileceği bir soğukkanlılıkla öz annesini öldürüyor iddiaya göre. Sonra bir başka yerlerde, hasmını kesen adam tarif ediyor, su altından kesik kol bacak çıkartıyor dalgıçlar. Bir yandan da malum davalar, gözaltılar, tutuklamalar, itiraflar, iltifatlar, iftiralar.
AKARSU GİBİ
Hava durumu bile memleket gündemine koşut gidiyor sanki. Gazete başlıkları hukuk-siyaset alanında kopan fırtınaları anlatırken, gökyüzünde oluşan gerçek fırtına gelip bizi vuruyor, dağıtıp sarsıyor her yanı. Cihangir'den denize bakıp şaşırıyoruz. Marmara, debisi yüksek bir akarsu gibi, akıyor, akıp sürükleniyor sanki.
TAŞ ÜZERİNDE
Balkonda devrilmiş saksılara takılıyor gözüm. Uyku vakitlerimizde kuvvetli bir yel esmiş, nicedir yan yana durduğu akranlarından ayırmış onları. Yere yıkılmış ve bir başlarına kalmış halde duruyorlar taşın üstünde.
UĞULTUYA BENZER
İnsanlar saksılardan farklı. Yalnızken de ne kadar da kalabalık olabiliyor insan. Hele özel günlerde, özel anlarda, kendini kendiyle baş başa bıraktığında hele... O zaman deniz kabuğunu kulağına tutunca duyduğun uğultuya benzer bir labarbayla çağıldıyor kafanın içi. Hem bir sürü kendinden, hem de herkesten bir parça lakırdı yumağı yankılanıp duruyor beyninde.
DOLU DOLU
Sonra diyelim ki o özel gün doğum günün olmuş olsun... O zaman da diyorsun ki kendi kendine: "Yaşam boyunca aldığım en iyi hediye nedir acaba?" Yanıtı hemen gelip akıl ucunda duruyor. Düş ürünü bir ağızdan şu sözler akıyor kulağına: "Elbette sevdiğin bir işi yapıyor olmandı. Keyif verici madde gibi damarına, yüreğine, içinin ta derinliklerine çektin, dolu dolu yaşadın ya. Bundan güzel hediye olur muydu sana hayattan?" Daha bu lafın üzerine edecek laf mı olur arkadaş? Öyleyse bu muhabbeti kafamın içinde kapatıyorum, bu defalık da kendime sağlık dilekleri ve sevgiler yolluyorum.