Ah be evladım!
Bazı olaylar, tek başına çok şeyi anlatır. Hani bir kongrede, memleketin bütün ekonomist, sosyolog, antropolog, psikolog ve hukukçusunu toplayıp, bize bu toplumun nereye geldiğini anlatın deseniz... Onların hep birlikte anlatamayacakları açıklıkla anlatır size durumu o bir tek olay... Onun için bu tek olaylara sık sık dönüp bakmakta yarar vardır. Vardır çünkü, sizlerin de evlatlarınız vardır. Korkunç acıların kapınızı ne zaman, nasıl çalacağını bilemezsiniz.
***
Uğur Korkulu, 24 yaşında, pırıl pırıl bir genç. Arkadaşı Barış ile Taksim'de geç vakte kadar eğlendikten sonra, Bağcılar'daki evine dönerken, mahallede gece yarısı bir grup insan tarafından yolu kesilir. Kaçmaya başlar Uğur ama evinin kapısının önünde kıstırılır. Baba beni kurtar, feryatları arasında ailesi yardıma koşuncaya kadar 11 bıçak darbesi ile öldürülür. Kaçarken de "Galiba yanlış kişiye saldırdık" diye konuşurlar.
***
Bense, artık duymayacağını bile bile Uğur'a seslenmek isterim.
***
Ah be çocuğum!.. Nerede ve kimlerle birlikte yaşamakta olduğunu hesaba katmadan, ne diye o kör karanlıklara kadar sokakta kaldın? Sen bu şehirde yaşayan herkesi, kendin gibi insan mı sanırdın? Hayvan bile denilmeyecek kişilerin sokak aralarını, mahalle içlerini, otobanları mesken tuttuğunu nasıl düşünemedin? Nasıl düşünemedin ki? İnsani duygudan yoksun bu çetelerin, ancak bir araya geldiklerinde aslan kesildiklerini, cehaletlerinin de her türlü rezilliğe müsait olduğunu... Saldırdıkları kişileri teşhis etmekten bile aciz olduklarını... Gece yarıları, kör karanlıklarda hedeflerine her türlü kalleş pusuyu kuracak tiynette olduklarını, nasıl hesaba katamadın?
***
Gençtin, gözüpek ve cesurdun kuşkusuz. Ama İstanbul'un giderek şehirliler için bir güvensizlik arenası, it uğursuz için de saldırı platformu haline geldiğini nasıl göremedin? Ah Uğur ah!... Yoksa sen de mi İstanbul'u sahiden bir kültür başkenti zannetmiştin?