ABD Başkanları nasıl seçilir? Eyaletlerde tek tek ön seçime girerler ve bu seçimlerin genelinde en çok eyalet kazanan aday ülkeye başkan olmak için sahneye çıkar. Tıpkı Hillary Clinton ile Barak Obama'nın mücadelesindeki gibi. Aynı şekilde Cumhuriyetçi McCane de benzer yoldan partisinin adayı oldu. Bu adayların kampanyaları son derece pahalı, gösterişli ve ihtişamlı geçer. Hem aday adaylığı süreci hem de direkt başkanlık yarışı. Yüksek meblağlar döner bu kampanyalarda. Bir zamanlar Türk siyasetini müteahhitlerin finanse etmesi gibi ABD seçimlerini de küresel şirketler finanse ediyorlar. Büyük şirketler her iki adaya da oynarlar ki, kim başkan olursa olsun onların gemisi yüzebilsin. ABD sistemi, kamu yatırımı üzerine yürümez. ABD'nin çıkarları deyince iki şey anlaşılmalıdır. Birincisi, devlet olarak ABD'nin çıkarları. İkincisi, ABD'nin varlığını ve gücünü ekonomik olarak yayan çok uluslu şirketler. ABD Başkanları bu her biri devletlerin bütçesinden büyük paralara hükmeden şirketlerin sözcüsü, lobicisi, pazarlamacısı gibidir adeta. Sistem bu yöntem üzerine yürümektedir. Hollywood bir yerde sorun mu yaşadı, hemen ABD Başkanları devreye girerler ve problemi hallederler. Keza özellikle enerji, petrol, doğalgaz gibi stratejik alanlardaki büyük şirketlerin çıkarları ABD için olmazsa olmazdır. SSCB'nin çökmesi ve soğuk savaş sahnesinden çekilmesiyle dünyanın tek süper gücü haline gelen ABD; aynı zamanda bu büyük şirketlerin de muazzam hacimlere ulaşmasını sağladı. Küresel sermaye adı altında, devletlerden bağımsız, hatta devletlerin finans yapılarını etkileyecek çapta büyük sermaye birikimleri ortaya çıktı. Bu birikimlere enerji maliyetlerinin artmasıyla dünyanın başka yerlerinden yeni sermayelerin de eklenmesiyle artık kontrol edilmesi son derece zor bir parasal güç oluştu. Küresel sermaye denilen bu yeni canavarın annesi tabii ki ABD. ABD topraklarında, Wall Street'te vücut bulan bu büyük ve yeni canavar ülkelerin sosyal çıkarlarıyla çatışmaya başladı. Öyle ki, varlığını güçlendireceği alanlarda savaş çıkarmaktan bile çekinmedi. Çünkü onun sosyal sorumluluğu yok. Onun bitmek tükenmek bilmeyen "kar etme iştahı" ve engellenemez "büyüme ihtirası" var. Hiç bir topluma hesap vermek zorunda da değildir. İşte şimdi yaşadığımız kriz küresel sermaye ile devletler arasındaki güç çekişmesidir. Toplumlarda korku salacak kadar finansal sistem üzerinde etkili olan küresel sermaye, bu gücünü devletlere isteklerini kabul ettirmekte vahşice kullanmakta. Öyle ki, kendisine en büyük yolu açan ABD'de kriz çıkarmak, büyük büyük finans kurumlarını bir anda sıfırlamak gibi yüksek riskli oyunlar oynamaktan çekinmiyor. Borsalarda yaşanan dalgalanmalar, anlık stratejilerin ve sürekli yaşanan savaşın bir ürünü. Amerika şimdi kendi yarattığı canavar ile boğuşuyor. Dünyanın kalanının da bu canavarla savaşında ortak olmasını istiyor. Ama görünen o ki, dünyanın kalanı ABD'nin yardımına gitmektense başının çaresine bakmayı yeğliyor. Yaşlı kıta Avrupa'nın bin bir çaba ile kurduğu AB, bu krizde neredeyse dağılmanın eşiğine geldi. Almanya başta olmak üzere pek çok ülke kendi başının çaresine bakmayı, ortak Avrupa kültürünü inşa etmeye tercih ediyor. Hiç şüpheniz olmasın bu kriz sona erdiğinde dünya artık eski dünya olmayacak. 11 Eylül saldırılarıyla şekillenen Bush'un dünyası rafa kalkacak, yeni kartların ve yeni oyuncuların sahne alacağı yepyeni bir sisteme geçeceğiz. Hazırlıklı olmakta fayda var.