Aktütün baskını sonrası gelişmelerde önemli bir açılım mevcut. Türk basını ve kamuoyu kendi içinde konuşsa bile askeri konularda, hele hele terörle mücadelede "kol kırılır yen içinde kalır" düsturundan vazgeçmezdi. Askeri sorgulamak, olanı biteni didiklemek yerine resmi açıklamaları baz almayı yeğler, her büyük terör saldırısı sonrası "şehitlerimizin kanları yerde kalmayacak" hamasetine sığınırdı. Sanki terörle mücadelede her hangi bir sorgulama zafiyet oluşturacakmış hissi o kadar ağırdı ki, konu üzerine kalem oynatmak akla bile gelmezdi. Ya da akla gelen kaleme getirilemezdi. Aslında demokrasinin ruhuna son derece aykırı bir tutum bu. Finansmanının halkın karşıladığı her tür organizasyonun, her tür kurumun, her tür işin sorgulanmaya açık olmasından daha doğal ne olabilir ki? "Demokrasi tamam ama Türkiye'nin kendine özgü şartları var" yalanının arkasına sığınanlar pek çok şeyin tartışılmasının önünü kapattılar. Önce Dağlıca baskınında bu engeller aşıldı, sorgulamalar başladı. Şimdi, bayramın bitiminde 17 delikanlının şehit haberiyle gündeme düşen Aktütün karakolu saldırısı terörle mücadeleye ilişkin tüm düşüncelerin sorgulanması döneminin başlangıcı oldu. Basında ve kamuoyunda ciddi ve açık açık sorular soruluyor. Bence terörle mücadeledeki en büyük kazanım budur. Terör işi ile uğraşmayı sadece askere bırakan, askerin her yaptığını doğru ve kutsal kabul eden, sorumluluk alamadığı için sorgulayamayan Türkiye artık bu yöntemin geçerliliğini yitirdiğini görmeye başladı. Tamam asker işini yapmalı, mücadelesini sürdürmeli ama üst üste beş kez baskın yiyen karakol ile ilgili önlem almayanların da bunun hesabını veriyor olmaları gerekir. Hayatta yetki kullanan herkesin sorumluluğu vardır. Türk Silahlı Kuvvetleri halkına karşı sorumludur, halkından emanet aldığı çocukların ihmaller altında baskın yemesinin sorumluluğunu üstlenmelidir. Birilerinin kurban edilmesinden mutlu olmayız ancak üç aylık eğitimle yıllarca dağda kalmışların karşısına çıkarılan genç fidanların da bu kadar kolay kurban edilmesine de itirazımız olmalı. Kurumsal böbürlenmeler ve hamasi nutuklar atarak alınan onca silah, techizat ve savunma yatırımı bu tarz baskınlar karşısında iş yapmıyor, yapamıyor. Bu belli. Peki o zaman bu kadar parayı diye harcıyoruz, bu kadar askeri niye besliyoruz? Artık bu soruların sorulması ve birilerinin istatistikler ile cevap vermesi gerekir. Türkiye son dönem ne kadar askeri harcama yaptı? Bu harcamaların hedefi nedir? Hedeflere ulaşım oranı hangi noktadadır? Rütbeler sadece protokol için verilmez, rütbeler aynı zamanda yetki ve sorumluluk içindir. Sadece yetkiyi kullanan ama sorumluluğa geldiğinde bildiriyle yetinen bir Genelkurmay alışkanlığı terk edilmelidir. Nasıl herhangi bir siyasi skandal ya da ekonomik yolsuzlukta taraflar hesap veriyor, ceza çekiyorsa aynı şekilde askeri bir yanlışın faturasını da birileri artık ödemeli. Sonuçta bu ordu bizim, bu orduyu biz finanse ediyoruz. Kendimize ait, finansmanını üstlendiğimiz bir kurumun hesap vermiyor olması demokrasinin özüne aykırı bir durumdur. Aktütün baskını sonrası şehit olan çocuklarımızın kaybı en azından bu tür bir sonuçla bir anlam kazanabilir. Onlar istatistik değil, onlar birer hayat, birer candır.