Okuduğum bir habere göre Türkiye'de evliliklerin yüzde 42'sinin ilk 5 yılda sona ermesi, birbirini tanımadan, doğru hisleri oluşturmadan, yapılan evliliklerden kaynaklanıyor sanırım. Boşanma hızında birincilik Ege Bölgesi'ndeymiş. İkincilik İstanbul'da. Boşanma hızının en düşük olduğu bölge ise Kuzeydoğu Anadolu Bölgesi. Büyük şehirlerde boşanma oranının fazlalığı kadınların ekonomik özgürlüğüne bağlıyken, bir yandan da doyumsuzluk ve eşlerden karşılıklı tatmin olamama durumu söz konusu oluyormuş. Ne istediğini bilmeyen, her şeyi karşısından bekleyen insanların nihai sonu ne yazık ki BOŞANMAK oluyor. Çünkü belli bir noktadan sonra aynı evde yaşamak, sorunların çığ gibi büyümesi dayanılmaz bir hal alıyor. Eşler ise yaşadıkları sorunların kaynağına inmeyip, tüm problemleri karşısındaki kişiye yüklüyor ve çözümsüzlük git gide büyüyor. Ve beklenen son; BOŞANMAK iki insanın hayatında kayıtlara geçiyor. Peki, boşanmamak için yahut moda tanımıyla 'evliliği kurtarmak' için neler yapmak gerekiyor? Birçoğuna göre çocuk ilk sırada yer alıyor. Kendinizi kurtarmak için taptaze bir hayatın, bir canın sizin kurtarıcınız olmasını bekliyorsunuz. Evet, belki 2-3 yıl bu kurtarıcı evlilikteki içsel dengeyi sağlıyor ama ya sonra, o kurtarıcınızın en önemli en değerli yıllarında kavga, gürültü, sevgisizlik aile içinde hüküm sürüyor ve kendi kurtarıcınızı kendi ellerinizle mahvediyorsunuz. O hiçbir suçu olmayan, birçok şeyden habersiz güzel çocuğunuz boşanmanın bir parçası olup, hayat içinde savrulup gidiyor. Acıyla, mutsuzlukla, sevgisizlikle daha çocuk yaşında tanışıyor. Çevrenize bir baksanıza ya da kendinize, ya da sevdalınıza, eşinize, birçoğumuz kurtarıcı konumunda yaşamı selamlamış çocuk yürekler değil miyiz? Yıllar geçse de geriye kalan en acı arşiv boşanmak oluyor. Çocuk da olsanız, kurtarıcı da olsanız, büyük de olmasınız. Bilinçli anne-babaların toplumumuzda çoğalması, aşk çocuklarının sevgiyle büyümesi dileklerimle... Bana göre boşanmanın farklı bir açısı işte.