Önce insanların birbirlerine korkmadan bakmalarına engel oldular. Herkes, birbirinin korkusu bugün. Herkes, birbirinin kuyusuna talip; eskiden erik çalardık bahçelerden, arkamızdan yalandan koşan bahçe sahibinin 'Kaçmayın ulaaan!' nidasını duyarak. Girin bakalım şimdi birinin bahçesine neler oluyor.
Önce pompalılar sökün eder, ardından hastanenin beyaz koridorları... Herkesin birbirine kendini bir kardeş sofrası gibi açtığı yılları kıskandınız önce, sonra unutturmaya çalıştınız bunu.
Bütün güzelliğiyle yaşanan dostlukları, aşkları, arkadaşlıkları, kıskandınız besbelli... Besbelli ki "Aşkımız Aksaray'ın En Büyük Yangını" diye başlayan oyunları seyretmediniz, herkesin bir Fahriye Abla'sı olurdu o mahallelerde, elindeki çakıyla gençler ağaçlara sevdikleri kızların, gülfidanı isimlerini kazırdı; deşecek baarsak aramak yerine... Eskiden "ince hastalık!" denirdi âşıkların kavuşamadıkları zaman yaşadıkları hastalığa. Kavuşamayan sevdalılar, verem olurdu sıkıntıdan ve üzüntüden. Yemeden içmeden kesilirlerdi. Ağızlarındaki lokma, bir ton olur, büyürdü sevdalısını göremeyenin; "Yemeden içmeden sudan kesildim / dost senin derdinden ben yana yana!" türküsü onlar içindiSevenler, sevdiklerini aşkla ve "Hamdım! Yandım! Piştim!" diyerek severlerdi. Mektup diye bir şey vardı kardeşim eskiden. Bu kısa mesaj çılgınlığı çıkmadan. "Sevgili" diye başlardı o mektuplar, sevgilinin o güzel adıyla başlardı...
Ne kazınacak bir gülfidanı isim kaldı şimdi ne de camların buğusuna düşülecek kalp resimleri. Ya benimsin ya toprağın; sonra...
Herkesin kapısı birbirine kapalı, kimsenin kimseyi durup anlamaya vakti yok... "Ahh bizi bu telaş öldürecek!" Sonra... Bundan ötesi yok artık bizim için. Eskiden tanıdık birini ararken birbirimizin gözlerine bakardık. Selam vermek, dosttan dosta yazılmış bir mektup gibiydi...
Şimdi bütün cep mesajları, tehdit telekomünikasyon Ltd. Şti... Sonra... Sonrası hastanenin beyaz koridorları...
"Aşşa mahalle yukarı mahalle maçları!"nın tadı bir başkaydı. "Taş üstü olum"lar "sayım suyum yok"lar, "atan alır spor"lar, siyah jarseden şortlar, beyaz faniladan formalar dönemiydi eskiler...
Penaltı noktası on adımdı, takımlar ayakbastım oynayarak yapılırdı, her şey daha demokrattı. Parayı bastıran, iyi oyuncuları alamazdı yani.
Topun sahibi çocuk, zaman zaman "O da oynasın olum!" diyerek ikinci yarı yerini gariban arkadaşına bırakırdı, bütün karaderili arkadaşlarımız Pele, bütün kaleciler Meier'di. Vurduğumuz toplar, hep "dağlara taşlara gitti ve arkadaşlara!" Doksanı yaladı vurduğumuz top çıktı dışarıya. Biz "goooollll!" diye sarıldık birbirimize. Dedim ya o toplar, hep dağlara taşlara gitmiş ama arkadaşlara... Şimdi bütün maçlar "Kasap Havası!"; uzun ip belimizde, baltalar elimizde bir uyku hikâyesiydi, Şimdi taraftarların elinde döner bıçakları, küfür kâfir sözcükler... Sonra? Sonrası hiç...