Irak'a yaptığı geziden dönerken kendisine eşlik eden gazetecilerle konuşan Başbakan Erdoğan, yine arı kovanına çomak soktu! Gazete haberlerine düşen ortak başlıktaki gibi "Ne Sünni'yim, ne Şii'yim, Müslüman'ım" diyen Başbakan, sözlerinin nerelere uzanacağını da tarttığından, altını şöyle besledi: "İslam dünyası çok lüzumsuz şeylerle vakit kaybediyor. Yok, mezhepler arası ilişkiler... Ben ne Sünni'yim, ne Şii'yim, ben Müslüman'ım. Irak'taki toplantıda da 'Hepimizin dini aynı' dedim. Benim ülkemde belki bunu söyledim diye 'Tu kaka' diyenler de olabilir. Ama biri bunun deliliğini yapacak, başka çaresi yok. Mezhep çatışmasından dolayı insanlar öldürülüyor. Hâlâ bundan dolayı birbirine farklı bakanlar var."
Estağfurullah,nedelisi! Böyle konuşan Başbakan'a, "Tu kaka" demek devlet anlayışımıza ters olduğundan "Estağfurullah" çekeriz. Ancak kendisinin de hatırlatıp "deliliğine" verdiği gibi "Ne Şii'yim, ne Sünni'yim, Müslüman'ım" sözleri o kadar da masum yorumdan ibaret sayılıp geçiştirilemez. İslam dünyasında ve özellikle burnumuzun dibindeki Irak ve İran'da olup-bitenleri gördükçe, Başbakan'ın bu sözlerine katılmamak mümkün değil gibi... Ancak, kazın ayağı öyle mi acaba? Asr-ı Saadet diye andığımız Sevgili Peygamberimiz'den sonra başlayan saltanat ve güç mücadeleleri sonucu Kerbela'daki vahşetle derinleşen SünniŞii ayrışması "Hepimiz Müslüman'ız" ortak paydasına hiç ulaşmadı. Tersine, ayrılık tohumları hep arttı.
Herşeydebütünlük Dolayısıyla, halen yaşanan acılara bakarak "Müslüman" ortak kimliğinde bütünleşmeyi arzulamak iyi bir temenniden ibaret oluyor. Ne tarih, ne de bugünün gerçekleri böyle bir şeyi mümkün kılmıyor. Bu yüzden, gerçeklerle zerrece bağdaşmayan düşüncesinden ötürü Başbakan'ı "Tu kaka" diye eleştirme yerine aklımıza takılan bir sorunun cevabını bulmayı arzuluyoruz. Sayın Başbakan, yönettiği ülkesini, yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni oluşturan milleti, 36 etnik kökene ayırıp o şekilde tarif ederken; İslam dünyasının bin 300 yıllık gerçeği olan SünniŞii ayrışmasından duyduğu rahatsızlığı vurguluyor. Bir milletin kimliğini oluşturan din ve inanç konusundaki bütünleştirici hassasiyetler, o kimliğin diğer gerçeğini oluşturan ırk ve mensubiyet hususunda niye sergilenmiyor? Millete gelince 28, 36 veya ağızdan ne çıkarsa o kadar etnik köken; ümmete gelince "Yok ayrı-gayrımız" anlayışı...
Mensubiyetırktadavar Kainatın Efendisi'nin mübarek kabirlerinin bulunduğu mekanda bile, Hz. Ali Efendimiz'in al-i efradına ayrı ihtimam gösteren anlayış keşke "ümmet" gerçeğini görse! Onu görmeyenleri birleştirmek için çabalarken, bir millet olduğunu haykıran veya o milletin mensubu bulunmaktan gurur duyup birlik ruhunu yaşatanları "36 etnik köken" diye tarif etmekten niye vazgeçmiyoruz? Bu da ayrı bir delilik değil mi?