Sadece tek şansım olsaydı, mektup yazmak isterdim sana. Telefonla konuşup, sesinin çıkardığı tınıdan nem kapmaktan iyidir böylesi. Hiç elektronik postaya filan bulaşmazdım emin ol. Bir yığın ıvır zıvırla birlikte, bir çöp kutusunu boylamak tehlikesini göze almazdım. Ben mektup yazardım sana. Tek şansım bu olsaydı eğer. Yüz yüze konuşmayı, iyi zamanda bile becerememiş bir ahmağın, son şansını böyle zayi edeceğine ihtimal bile vermezsin sanırım. Gözlerinin içine bakıp, ağzımın burnumun birbirine girmesini seyretmekten de sen zaten zevk almazsın bilirim. Yoksa pek çok şeyi olduğu gibi, bunu da mı yanlış bilirim? Uzun gevezeliklerle varılacak nokta, şimdi bulunduğum boşluktan başka bir yer olamayacağına göre, mektup yazmak hakkımı kullanmak istiyorum ben de. Sana mektup yazmak için, bembeyaz bir sayfa bulmanın, durumuma uygun düşmeyeceğinin farkındayım. Merak etme! Kirlettiğim hayatı ve onunla ilgili bahanelerimi sıralayacağım mektubu, ak pak bir kartopunun içine yazıp, sana yuvarlamak, çocukça değil, aptalca olur. Kirli bir kağıt arıyorum, mahvettiğim aşkıma dair itiraflarımı sıralamak üzere. Her kirli kağıdın, benim yazacaklarıma uygun olduğunu bilmekle birlikte, senin ellerine de yakışması gerektiğinin farkındayım. Kısaca, içinde saklayıp sana getirecekleri için kirli bir kağıt lazım, ancak eline yakışacak kadar da temiz olmalı kağıdım. Çimento torbalarının, para basılmak için hazırlanmış kağıtların, gübre dolu kağıt torbaların arasında karışıp duruyor kafam. Her birinin benim yazacaklarımı taşıyabilecek kadar kirli olduğuna karar veriyorum ya, eline değeceğini düşününce, olmaz diyorum. Sonunda gözlerim, benim yazdıklarımın kirini taşıyacak kadar pis ve senin ellerine yakışacak kadar temiz bir kağıt bulmayı başardı. Hoş geldin kağıt! Yeni yürümeye geçmiş bir bebeğin ayakları altında kirlenmiş bir A4 bulamasaydım, nasıl yazabilirdim sana bilmiyorum. Kağıt, kendisini çiğneyen bebeğin ayakları altında kirlenmiş ama ruhu tertemiz kalmış. Tam da benim itiraflarıma layık kirlilikte ve senin ellerine yakışır paklıkta. Kağıdı masanın üzerine alıyorum. Düzeltmek için mi, yoksa senin eline değeceğini bildiğimden mi bilmem, her bir yanını okşuyorum kağıdın. Ellerime, minik ayak izlerinin kiri bulaşıyor. Karşımda durmuş bana bakıyor kağıt. Ne yazacağımı merakla bekler gibi bir hali var. Ansızın senin gözlerin oluyor, öfkeye benzer bir acımayla dikkat kesilmiş beni seyrediyor. Tıpkı senin gibi! Oysa ben, renkli gözlerin karşısında sus pus olacağımı bildiğimden, mektup demiştim. Simsiyah hokkaya daldırıyorum kalemi ve çaresiz başlıyorum yazmaya... Gül yüzünü, kara emellerimle kirlettiğim aşk; son şansı olmamalı aşığın. Yanlışlarına belenmiş hayatı ya ansızın bitmeli ya da yaşaması için, renkli gözlerin ancak bir adım uzağında bulunmalı. Mahremine kabul edersen beni, her cefana suskun olurum bil emi. 'Yok' diyorsan, cevap yazma. Bir zarfın içine koy da gönder hançeri.