Ö nce iyice bakın şu fotoğrafa. İstanbul'da, tam da iş çıkışı saatlerinde Karaköy Meydanı'ndayım. Perşembe Pazarı'ndan karşıya geçip Tophane'ye doğru yürüyeceğim. Yanıbaşımdaki durakta indi-bindi yaptıran belediye otobüsü hareket alıp önümden geçiyor. Zaten boynumdaki fotoğraf makinemi hızla kaldırıp bu fotoğrafı 2 kare çekebiliyorum ancak ama fark eder mi?
İÇ GEÇMESİ Tek kare de çeksem bir dolu şey anlatmıyor mu? Günün yorgunluğuna, kimbilir kaç uzun dakika sürecek bir belediye otobüsü yolculuğunda yenik düşen bir hanım kızımız o. Koltuğunda hafifçe kaykılmış, başı yana düşmüş ve içi geçmiş.
AYNIYIZ Başında türbanı var bu hanımın. Açık olsa, şapka olsa, peruk olsa, yemeni olsa, baret olsa, takke olsa, bere olsa ne fark eder ki? Ya da aynı koltukta yine aynı yıpratıcı günün yorgunu kel kafalı bir işçi, bir öğretmen, bir muslukçu, bir sıvacı, öğrenci olsa ne fark ederdi ki? Onlar da aynı yıpranmışlığın hitamında löök diye bırakacaklardı kendilerini aynı koltuğa.
OLUR MU HİÇ? İnsanız neticede hepimiz. Etten, kemikten, sinirden, duygudan ibaretiz. Yere düşünce dişi, dizi kanayan, kızınca kızaran, sevinince coşan insanlarız. Yorgunluğun, bitkinliğin, sevincin, sevdanın, öfkenin, hoşgörünün türbanı, şapkası, sarışını, esmeri, kadını erkeği olur mu yahu? Olur mu haaa?..