Hipokrat "
Meslektaşlarım kardeşlerimdir" demiş. Bizim mesleğe, meslektaşlara gelince. Bırakın kardeşliği dostluğu, çoğumuz göz oyma, kafa kırma, ortadan yok etme gayretindeyiz sanki.
Meslekte 34 yılı devirdim, kulağımın arkası bile "devam sayfası" kıvamına geldi. Ama hiç bir dönemde böylesi gaddar, yırtıcı, asit ve rezil vuruşkanlık görmedim.
İşimiz rekabet işi amenna. Ama şimdilerin hır gürü haber için, daha iyi fotoğraflar çekmek, atlatmalar, sayfalar yapmak ya da gerçek gazetecilik başarılarını anlatıp övünmek, fiyaka yapmak için değil ki.
HANİ RACON En büyük gazetelerin en popüler yazarlarından tutun, orta kırat ceridelerin çelebi kalemlerine kadar hepsi birbirine paça kasnak dalıyor, tuz buz karpuz, eş, çocuk, özel hayat, bel altı filan demeden vur ha vur gidiyor.
Her önüne gelen, günün gündemini filan kaile almadan, "Bugün hangi meslektaşa hangi galiz, ağır, izansız, abus, küstah cümlelerle yaylım ateş açayım" derdinde.
Kendi gazetesinde ya da rakip gazetede çıkan bir haberi, fotoğrafı, yorumu, karikatürü, araştırma dosyasını beğenene, öven, bir spor muhabirinin, polisadliyecinin manşetini "aferinleyen", öykündüğünü, gıpta ettiğini söyleyen bir tek kişi çıkmaz mı yahu?
İLİŞKİ MARİFET Biz kuşak itibariyle eskidik, yaşlandık, demode olduk sanırım.
Tuhaf geliyor, acı geliyor, ağır geliyor bu tavırlar.
Handiyse bir "yazar terörüdür" hükmediyor iklime. Bunların çoğu da çekirdekten filan gelenler değil. Epey bir kısmı hasbelkader mahallemize kaynak olmuş, ilişki marifetiyle inmiş paraşütçüler. Bazıları da eş, dost, ahbap, hemşeri, parti, örgüt, çete, çıkar grubu gibisinden def-i hacet kaplarını müşterek kullanan adamlar. Ama bunların taşıyıcısı oldukları virüs bulaşıcı. Mesleğin cücüğünden yetişenler de bu menus hastalığa kapılıp, aynı yola giriveriyor bir süre sonra.
Ortaya konvansiyonel gazetecilikle, klasikle, gelenek görenekle ilgisi, bilgisi, alakası olmayanların yarattığı bir çorak toprak çıkıyor.
DİŞLER UZUYOR Sunu da ekleyeyim ki; bazı arkadaşları
Bedri Koraman'ın evvel bir zamanlarda yaptığı o muhteşem karikatürün kahramanına benzetiyorum. Orada adam iki dirhem bir çekirdek ve munis bir yüzle eşine çocuklarına veda edip arabasına biner. İşe gitmek için geçtiği direksiyon başına oturur oturmaz önce dişleri uzar. Sonra giderek ellerinde, vücudunda kıllar, dikenler çıkar. Son karelere doğru trafikte araç kullanan bir ejderhaya dönüşür. Hedefe ulaştıkça yeniden ve yavaşça eski normal haline döner ve son karede araçtan indiğinde yine o güler yüzlü, munis, kibar adama dönüşür.
EJDERHALAR GELİYOR Çok sayıda yazarın aynı metamorfozu her sabahtan her akşama yaşadığını düşünüyorum. Normal hallerinde tatlı dilli, güler yüzlü, sevimli, hoş sohbet, karıncaezmez olan onca insan köşe yazmaya koyulunca ağzı, aklı, vicdanı, muhakemesi bozuk birine, adeta o dediğim ejderhaya dönüşüyor.
YALAN MI? Onlar o zaman "Meslektaşlarım düşmanlarımdır" diye mi düşünüyor ne?
Son olarak şunu söylemeliyim. Tüm gazetecilerin, patronları, siyasileri, güç odaklarını, şunu bunu memnun etmek yerine gazeteciliği, yalnızca "bilindik" gazeteciliği gözettiklerinde. Yazılarında sınayıp, kınadıkları, savunup saldırdıkları mesleki kaygıyla olduğu gün bitkisel hayatımız sona ermiş, mesleğe yeni bir bahar gelmiş gibi olacak. Belki çok iyi anlatamadım ama mahalle sakinlerimiz çok iyi anladı ne dediğimi. Yalan mı?..