Avrupa Kupasında bugüne kadar görülmemiş bir başarı kazanan takımımız milletimizi haklı bir şekilde sevindirdi. Milli takımımızın Hırvatistan ile oynadığı maçı Tokyo'da bir restoranda, Türklerden oluşan 25 kişilik grupla beraberce seyretme fırsatı buldum. Aradaki binlerce kilometre mesafe sebebiyle memleket hasretinin getirdiği duyguyla yarı finale çıkmamız bize bambaşka bir sevinç yaşattı. İsviçre ve Çek maçları bir kenara son maçımız hakikaten mucizelerle doluydu. Rakibin direkten dönen topu, basit defans hataları yüzünden yakalayıp boşa harcadığı fırsatlar, uzatmaların son anlarında yenik durumu düşmemiz ve Semih'in son saniyelerdeki beraberlik golü maçı dramatik yapan anlardı. Özellikle bu son oynadığımız maçta kazanmamız oynadığımız futbolun önüne geçen bir unsurdu. Açıkçası kupadaki ilk maçımız hariç buraya kadar biraz futbol ruhu, şans ve mucize ile geldik. Mucize kabilinden kazandığımız maçlar hem futbolumuzda hem de medyamızda bazı taşları yerinden oynattı. Hemen hemen tüm gazetelerimiz, tıpkı dünya basınında olduğu gibi bu galibiyetlerin mucize olduğunu yazıyor. Ancak işine gelmeyen kimileri bu mucize lafına kızıyor. Medya yine birilerine şirin görünmek için her kalıba giriyor. Neticede Hırvatistan maçında biraz daha derli toplu oynadığımızı kabul etmekle beraber, oynadığımız futboldan, sistemden ve taktik anlayışından çok mucizeler ve Allah'ın yardımı bizi yarı finale getirdi. İnşallah, yarın gece Almanya karşısında da mucize devam eder ve final kapısı takımımıza açılır.