Trafiğe çıkınca, bu ülkenin insanları için kılınızı bile kıpırdatmayacak kadar kendinize dönük olmanız gerektiğini anlıyorsunuz.
Bencillik hummasında, saygısızlığı, zorbalığı ve yozlaşmanın damarlarındaki tedavisi imkansız bir hastalığı görüyorsunuz.
"Biz bunlar için mi mücadele ediyoruz?" deyip...
"Battı balık yan gider" gerçeğine yaslanıyorsunuz.
***
Sonra bir anneyi görüyorsunuz, çocuklarıyla sokakta yatıyor.
Çocuklara bakıyorsunuz, kendi çocukluğunuz gibi.
Milleti soyarak zengin olan patronların, bir yemeği "2 asgari ücret karşılığı" yiyerek sükse attığı bir ülkede, insanlığınız ayaklanıyor.
"Yeter ulan" diyorsunuz.
"Zenginler acıkınca yoksulları yiyecek diye, bizim diyecek sözümüz olmayacak mı?"
Bütün namussuzların karşısına dikilecek gücü buluyorsunuz kendinizde.
***
Bir bakıyorsunuz ki, dönek gazetecilerin altında lüks cipler, onların eşleri ve kızları sokaktaki annelerden çaldıklarını yiyor!
Bir duyuyorsunuz ki, memleketi pazarlayarak milyon dolarları cebe indiren büyük gazeteciliğin şarap mahzenleri tıka basa dolu.
O gazetecilerin, sokaktaki annelerden beslenerek mahzenlerini doldurduğunu biliyorsunuz.
Zaten yalancı ve yalaka olmalarından yana, onlara bir hıncınız var.
"Yeter ulan!" diyorsunuz.
"İnsanların kanını emdiğiniz yeter!"
Onları ruhunuzun mahzenlerinde, şarap fıçılarının içine atıyorsunuz.
Yine de alamıyorsunuz hırsınızı.
***
Bu ülkede anneleri sokaklara mahkum eden haramileri hapislere mahkum etmeden.
Tüyü bitmedik yetimin tüyünden, karısına lüks cipler alan hırsızları tüketmeden...
Ve alın terimizi onların yüzlerine tükürmeden...
Hepimize uyku haramdır ama...
Galiba televizyonlardaki soysuz yarışmalar ve diziler, sizlerin daha çok ilgisini çekiyor.
Galiba ruhlarını satanları sizler de seviyorsunuz.
***
O halde, anneler sokaklara mahkum edilecek.
Sizin çocuklarınız sırasını bekleyecek.
Bizler de trafikteki zorbalara bakıp bakıp.
Kavgamızı erteleyip duracağız!