Anlatamadıklarımız
Bizleri birbirimize düşman etmenin mührü basılmamıştı henüz. Varoş çocuklarıydık da, sokak ortasında leğenlerde yıkanırdık. Kirimiz de yoktu kinimiz de. Süleyman Demirel vardı, her cümlenin ortasında "Binaenaleyh" derdi, aklımız karışırdı, dil devriminin sadık öğrencileri olarak. Büyüdükçe dertlerimiz de büyürdü.
***
Haksızlıklarda, mahallenin ortasında bayraktı gözlerimiz, kan kırmızı. Biz kibritle oynardık, politikacılar bizim hayatımızla. Karanlıkları aydınlatırdık ateşli hayallerimizle. Yaşımız tutmazdı da, oy vermezdik diye, koyvermezdik gerçekleri. "Verdiğiniz her yanlış oy, intihar mektubudur" derdik büyüklere. Büyükler gülerdi. Büyükler ağlanacak haline gülerdi.
***
Denizden yüreğimize taşardı yakamozlar. Fidan gibi gençler vardı, darağaçlarına konu olurdu söylemleri. Kaçak şarkılarımız vardı, devletten sakındığımız kitaplarımız. Başımız hep yukarıdaydı da, hayatın bodrum katında yaşardık hep.
***
Önce lambalarımızın ışığını kestiler, sonra ülkemizin. Sadece adı değişti politikacıların. Şimdi birbirimize düşman edilmenin başrol oyuncularıyız, hayat nimetlerinin figüranı. Hayatın yorgun saatlerinde uyuyanları dürtüyoruz da gücümüz yetmiyor. Yağmacılığın kamburu olarak duruyor ülkenin sefaleti. Televizyon artıklarından, ülkenin kirlenmeyen hiçbir yeri kalmadı ama kimse görmek istemiyor.
***
Suskunluğuna zincirli forsalar için, borsa hiç düşmüyor. Düşmeyecek de galiba. Dürterek anlatamadıklarımızın, yaşanması gerekiyor galiba.