Bu haftaki yazımı, geçen hafta sonunu geçirdiğim çok güzel bir yer olan Kapadokya üzerine yazmaya karar verdim. Kapadokya (Pars dilinde "Güzel Atlar Ülkesi" Katpatuk) anlamına gelir. Bölge 60 milyon yıl önce Erciyes, Hasandağı ve Güllüdağ'ın püskürttüğü lav ve küllerin oluşturduğu yumuşak tabakaların milyonlarca yıl boyunca yağmur ve rüzgar tarafından aşındırılmasıyla ortaya çıkmıştır. İnsan yerleşimi paleolitik döneme kadar uzanmaktadır. Hititler'in yaşadığı topraklar, daha sonraki dönemlerde Hıristiyanlığın en önemli merkezlerinden biri olmuştur. Kayalara oyulan evler ve kiliseler bölgeyi putperestlerin zulmünden kaçan Hıristiyanlar için devasa bir sığınak haline gelmiştir. Şimdi ise dünyanın her yerinden gelen insanların özellikle peribacalarıyla ünlü Kapadokya'ya ilgisi her geçen gün daha fazla çoğalmaktadır. Kapadokya'ya ulaşım uçakla Nevşehir ya da Kayseri üzerindendir. Kayseriye'ye sadece 45 dakika uzaklıktadır.
GELENEKSELEVLER... Kayalara oyulmuş geleneksel Kapadokya evleri ve güvercinlikler, yörenin özgürlüğünü adeta dile getirirler. Bölgenin tek malzemesi olan tas yörenin volkanik yapısından dolayı ocaktan çıktıktan sonra yumuşak olduğu için çok rahat işlenebilmekte ancak hava ile temas ettikten sonra sertleşerek çok dayanıklı bir yapı malzemesine dönüşmektedir. Bu nedenle yöreye has olan taş işçiliği gelişerek mimari bir gelenek halini almıştır. Kapı ve avlu kapılarında ahşap malzeme kullanılmıştır. Kemerli olarak yapılmış kapıların üst kısmı stilize sarmaşık veya rozet motifleriyle süslenmiştir. Bölge günümüzde turizm açısından büyük bir öneme sahiptir. Avanos, Ürgüp, Göreme, Akvadi, Üçhisar ve Orta Hisar Kaleleri, El Nazar Kilisesi, Aynalı Kilise, Güvercinlik Vadisi, Derinkuyu, Kaymaklı, Özkonak Yeraltı Şehirleri, Ihlara Vadisi, Selimiye Köyü, Güllüdere Vadisi belli başlı görülmesi gereken yerlerdir. Bölge şarapçılık ve üzüm yetiştiriciliği ile de ünlüdür.
YAZMAKLAANLATILMAZ Kapadokya yazmakla anlatılacak bir yer değil, görmek lazım... Hissetmek lazım... Benim hissettiğim gizem bir o kadar da özgürlük. Çok güzel butik oteller var, özellikle benim kaldığım CCR Hotel Kapadokya'nın en güzel ve en büyük butik oteli. Çok şanslıyım ki otelin sahibi sevgili Mustafa Çankaya gibi bir insanı tanımış olmam. Otelciliğe başlaması ise ayrı bir hikaye konusu... 2004 yılında Kapadokya'da konakladığı otelin kahvaltı salonundan otelin bugün buluştuğu yeri grup, çok beğenir. Yaptığı araştırmada satılık olduğunu öğrenir. Ve aynı gün arazi ve üzerindeki eski evleri satın alır. Bugün gelinen noktada CCR Hotel 85 oda, 170 yatak kapasiteli, 21500 m2 SPA alanına sahip, iki toplantı odalı, 3 restaurant, 3 bara sahip odalarının içinde şömineden, jakuziye kadar tüm konforu sunan adeta evinizdeymiş gibi hissedebileceğiniz bir butik otel... CCR Hotel gerek mimarisiyle, gerek yemeği ve çalışanlarıyla herkesin beklentisine cevap verecek bir anlayışla yola çıkmış ve bunu daha kapıdan girerken hissettiren bir yer... Kapadokya'da gerçekten böyle bir enerji var. İlk defa gitmiş olmama rağmen, kendimi orayla bütünleşmiş hissettim. Bunu daha önce gidenlerden de duymuştum. Belki dediğim gibi gizem ve özgürlük belki de beni çeken şey... O zaman yaşayan insanların belki de hissettiği şey onları da bu duygu çekmişti belki buralara... Peribacaları'nın gizemi ve onları o günkü şartlarda koruması ve o insanların özgür iradeleri hepsi doğayla birleşmiş ve yeni bir yaşam felsefesini getirmiş ve yeni bir çağa kucak açmış. Etkilenmemek ne mümkün. Ve Kapadokya'yı hissedip, buralara yatırım yapan insanlara, kültürümüze sahip çıkanlara, buralarda istihdam yaratanlara ve yaratacaklara teşekkürler. Ellerinize, gönlünüze sağlık. Not: (Belki de eski adından esinlenen (Güzel Atlar Ülkesi). At özgürlüğüne çok düşkündür. Özgür olduğu sürece daha güzeldir. Ve gizemlidir... En önemlisi çok asildir...