Takvim okurları "gezi yazılarımdan" pek memnun belli ki. Gelen maillerde bu memnuniyeti pek ala anlayabiliyorum.
"İstanbul'da kenar semtlerde bile dolaşsan komik komik detaylar bulup çıkarıyordun hoş oluyor" diyorlar mesela. "Yazına bayıldım, bi telefon aç bak sana ne söyleyeceğim" gibi arzular da var, kırmayıp arıyorum birkaçını.
En çarpıcı olanında gelişmeler mealen aşağıdaki gibi:
- Alooo
- Ah tanıdım sesinizden siz
Savaş Bey'siniz...
- !!!!!!!!
- Yani sesinizden dediğim, öyle kısık konuşuyorsunuz ya sessizliğinizden tanıdım demek istedim.
- Fısıldayış demeyi tercih ediyorum ben...
- Evet evet biliyorum hatta röportajlarınızın da adı o. Fısıldamalar...
- Doğrusu Fısıldayışlar olacak efendim...
- Her neyse, güzel oluyordu. Devam edecek di mi onlar...
- Bakalım, hayırlısı neyse
- Çok sevindim aradığınıza...
- Sağolun. "Bir şey söyleyeceğim, mühimdir" demişsiniz.
- Evet söyleyeceğim...
- Dinliyorum...
- Ölümü öp devam et...
- Efendim?
- Bu tarz yazılara devam edin, sakın bırakmayın diyorum.
BİZİM ORAYA - Bu muydu mühim şey?
- Buydu. Beğenemediniz mi?
- Estağfurullah efendim. Hani yani mühim deyince bir haber filan ileteceksiniz sandıydım.
- Onu da yaparız gerekirse Savaş Bey. Siz mesela gidin Topkapı'yı da gezin. Merter'i, Bahçelievler'i, Esenler, Bağcılar filan oraları da hep gezin ve yazın.
- Ama bu köşe sadece 'İstanbul'u gezelim görelim' köşesi değil ki...
- Amaaan. Her gazetede bin tane yazar var nasıl olsa. Diğer şeyleri onlar şey ederler...
- Şimdi arkadaşlarımıza haksızlık etmeyelim de kararınca yazmaya çalışırım...
- Savaş Bey veya siz ne yapın biliyor musunuz?
- Ne yapayım?
- Bizim tarafa gelin...
- Ne taraf sizin taraf?
- Sultanahmet tarafı...
- Arada bir oraya da geliyorum.
- Ne görüyorsunuz burada?
- Ne bileyim canım işte? Adliye vaaar, köfteci vaaar, camiler vaaar, Ayasofya ve medeniyetler müzeleri var...
- İnin inin...
- Hııı?
- Az daha aşağılara inin...
- İniyorum zaten. Cankurtaran'a, Küçükayasofya'ya, Kadırga, Nişanca falan taraflarına da sıkça uğruyorum...
- Rahmetli Erol Taş'ın kahvesi tarafına da gelin.
- Oradan canlı yayın bile yaptım 2 kere...
- Şimdi kültür merkezi gibi oldu.
- Açılışında bulunmuştum. Sonraları da uğradım kaç defa...
KARAGÖZ'ÜN EVİ - Tren köprüsünün altından geçmeden o havalide yürüyün şaşıracaksınız...
- Niye ki...
- O eski evler vardı ya hani...
- Evet...
- Hani yıkık dökük olduğu için Karagöz'ün evi denen türden evlerdi...
- Biliyorum...
- Onları bir güzel restore ettiler. Boyadılar, kocaman kocaman oteller açıldı. Hem de butik oteller.
- Onları da biliyorum...
- Dede Efendi'nin evini de müze yaptılar, içerde saz eserleri çalıyor...
- Seyrettim pek beğendim...
- Eski gazeteci Servet Kabaklı'nın Türkmen Sofrası var.
- Türkistan Aşevi demek istiyorsunuz herhalde...
- Yaa öyle miydi tam adı?
- Bir tane adı var o da dediğim gibi. Evet bayılırım oranın mantısına...
- Nargile kahvelerimiz de çok hoştur...
- Oralarda da muhabbetim bol.
- Savaş Bey...
- Efendim...
- Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz?
- !!!!!!!!
- Amiyane olacak ama kafa buluyorsunuz herhalde?
- Ne haddime efendim ne dedim ki?
- Nereyi sorsam biliyorsunuz, gelmişsiniz, oturup, gezmişsiniz...
- İyi de durum böyle ne yapayım ki?
- Şart mı böyle demek?
- Sordunuz ben de söylüyorum...
- Hiç de umduğum gibi çıkmadınız...
- !!!!!!!!
- Ekranda sizi gören...
- Eee?
- Mütevazı, sakin, olgun bir zat zanneder...
- Rica ederim hanımefendi ben ne dedim ki şimdi size?
- Teessüf ederim Savaş Bey. İnsan bi "Yaaa öyle mi?", "Vay vay vaaay neler varmış da haberimiz yokmuş" filan gibisinden konuşur moral verir insana...
- Ben şimdi moralinizi mi bozdum yani?
- Hem de nasıl. Kusura bakmayın ama çok ukala bir huyunuz varmış. Oturduğunuz yerden yazı yazınca böyle oluyorsunuz demek. Çıkın biraz dolaşın, semtleri, insanları, nasıl yaşadıklarını, sıkıntılarını, sevinçlerini filan görüp yazın...
- Ama ben zaten yani hani
- Çaaaat!.. Düüüüt...