Türkiye iki büyük krizle boğuşuyor. Birincisi malum, dünyada yaşanan ekonomik kriz... Diğeri çok uzun zamandır çözülemeyen Güneydoğu problemi ya da Kürt sorunu ya da her neyse... Barrack Obama bile bugün itiraf ediyor ki, Bush politikaları PKK'yı ve krizi derinleştiriyor. Bizim için en hayati soru şu; Türkiye bu konularda ne yapıyor? Daha doğrusu hükümetin bu konularla ilgili bir hazırlığı var mı? Hayat hükmünü icra ediyor, yaşanan olayların içeriğini ve detaylarını çok sonra öğreniyoruz. Dolayısıyla biz dışarıdan olan bitene göre hüküm vermek durumundayız. Son bir hafta içinde hükümet kanadından gelen iki atak, uzun zamandır pek çok alternatife göre bir hazırlığın olduğunu da gösteriyor. Birincisi dünyayı sarsan ekonomik kriz ile ilgili... Bankacılık sektörü her ne kadar sağlam olsa da, TÜSİAD'ın başını çektiği önemli bir gurup hükümeti yeterli ekonomik tedbirler alma konusunda kamuoyu üzerinden zorluyor. Bu çağrıların derinine baktığınızda, devasa büyüklüğe erişen özel sektör borçlarının en büyük neden olduğunu görüyorsunuz. ABD, AB ve pek çok ülke bankacılık sistemine para enjekte ediyor, -tabi borç olarak, eğer kazanırlarsa geri almak kaydıylabizde de benzer bir talep çok açık adı konmasa da söyleniyor. Başbakan Erdoğan'ın ağzından söylendiği gibi "tek bir dolar dahi para verilmeyecek". Peki ne yapılacak? Kanuni düzenleme ile yurt dışındaki paraların ülkeye getirilmesi kolaylaştırılacak. Hepimiz biliyoruz ki, büyük sermaye parasının önemli bir kısmını yurt dışında tutuyor. Onları teminat gösterip kredi alıyor... İşte bu atak, TÜSİAD tarafından seslendirilen "önlem alınsın" çağrısına en büyük cevap. Hükümet vatandaşın parasını büyük patronlara vermeyecek ama onlara kendi paralarını getirip durumlarını kurtarma şansı tanıyacak. İkinci atak ise gittikçe ivme kazanan PKK terörü karşısında oluşturulmak istenen olağanüstü şartlar. Kürt sorununda inisiyatifin siyasi mecraya geçmesini önleyerek, eskiden olduğu gibi askeri iradenin bu konuda hala tek belirleyici olarak kalmasının devamı ve mümkünse daha da şartların ağırlaştırılmasını isteyenlerin olduğu malum. Aradan geçen otuz yıla yakın sürede askeri yöntemlerin ve iradenin bu problemi halletmeye yetmediği, hala şehitler gelmeye devam ettiği ortada. Hükümet şehitler üstünden üzerinde kurulmak istenen baskıya karşı da atağa kalktı. İçişleri Bakanlığının terörle mücadeleden sorumlu Başbakan Yardımcılığı ve Devlet Bakanlığına çevrilmesi çalışması başlatıldı. Ayrıca Emniyet Genel Müdürlüğü'nün müsteşarlık düzeyine çıkarılması, etkinliğinin artırılması, sivil hayatla askeri ilişkinin mümkün olduğunca azaltılması için bir başka tarihi girişim daha yapıldı. Bu tarz önemli kararlar üç beş günün eseri değildir, olamaz. Görülüyor ki, pek çok konuda önlem almamakla suçlanan Ak Parti hükümeti aslında pek çok seçeneğe göre çözüm yolları üretmeye çalışıyor. Daha iyi çözümler üretilebilir mi, elbette evet. Ama pek çok yorumcunun ve muhalifin seslendirdiği gibi Türkiye bu krizlere karşı pasif değil. Özellikle ekonomik krizde beklendiği çapta büyük tahribat olmaması, psikolojik barajların hala yıkılmaması ülkemiz için büyük şans.