Dün kaldığım yerden devam etmek istiyorum. İslam Çupi'nin gazetecilik üzerine yazdıkları ders niteliğinde bugün bizim için. İstediğin kadar iyi yaz; husumet artar!' demiştin de o zamanlar anlamamıştım. Ve devam etmiştin usta: 'Cağaloğlu'ndaki kırık bir masada yazılan bir haber, Güneşli veya Bağcılar'da çıkan bir gazeteden daha değerliydi.... Ne zamanı geri kuran bir saat var ne yılları geriye şişiren bir garip takvim.... Ne o gazetecilik heyecanı var, ne meslek ilkeleri ve geleneği var, ne de ağabey kardeşlik ilişkisi var... Devletçiliği yavaş yavaş bırakan Türkiye bir devlet itibarı olan gazeteciliği şimdilerde ayrıcalıklı bir meslek olmaktan çıkarıp alelbir vatandaş işi yapmıştır. Eski Babıali'yi özleyenler, Namık Sevik gazeteciliğine iç geçirenler, eski dönemin geri gelmesini bekleyenler, hiçbir şey beklemesinler; Sadece ölümlerini beklesinler." Bir söyleşimizin sonunda beni kapıya kadar geçirmiş, elini kaldırıp selamlayarak 'başarılar' demiştin 'başarılar.' 'Bilmem şu kadar saat ayakta durmak-sayfayı sayfaya bağlamak zordu' demişti şair. Çocukluğumuza yaptığımız yolculukta cümleyi cümleye bağlayarak zorlu bir işi başarmaya çalışıyorum ben de. Şöyle yazmıştın Hey Gidi İstanbul adlı kitabında; "Gazetecilikte ihtisaslaşma da yoktur branş da. Bunlar aynı insanların aynı olaylara baka baka körleşmesi demektir. Sonunda gazetecinin aynı numaralara aynı sorularla telefon etmesi, gazetecinin günler aylar boyu saha denen hapishanenin içinde tutsak kalması, onun yaratıcılığına yeni pencereler açmaz... Ben gazetecilikte her türlü yazım serseriliğini, her türlü branş hercailiğini tattım uzun uzun. Bu meslek bana çok para getirmedi ama, kendi başıma buyruk yaşayacağım bir hayat saati getirdi, kalabalıklar yığdı etrafıma, hem ölmüş hem yaşayan. Vücudumda büyük yorgunluklar, ruhumda kocaman bir kanıksama var artık!" İstanbul'u onun yazım hercailiği yaptığı yazılarından birinde bulurum en çok; "Ağlayanı olmayan büyük bir ölüdür, İstanbul şimdi!" O şimdi biraz Selahattin Pınar biraz 'Hani O Saçlarına Taç Yaptığım Çiçekler' biraz Malaguena- kulakların çınlasın sevgili Özkan Altıntaş-, biraz Metin Oktay -İzmir'de vapurda küçücük bir çocukla karşılıkla top oynayacak kadar çocuk Metin Oktay- biraz Yusuf Tunaoğlu, geçip giden kuşlar biraz 'orkestrada kırık bir keman', biraz 'Deniz Bitti' biraz 'Hey Gidi İstanbul', biraz Arnavut damarı göçmen kuşların -Usta Arnavutlar için İstanbul'un ekolojik dengesini dengeleyen insanlar dermiş-, çokça anason duyarlığı, haytalık biraz, erdem ki çokça, feylesof ki deymeyin, üst düzey bir sevdalı, inadına aşkiya... Bir Üsküdar-Beşiktaş vapurunda, işte ustayı da anımsatan biz diyeceğim bir durum doğdu geçen gün. Çok zamandır bu duyguyu böyle yaşamışlığım yoktu . -Hep yol alan bir 'ekispires' yalnızlığı bizimkisi. - Aklıma düştün yine büyük usta