Savaş başladığında bombalanan kentlerden görüntüler düşmeye başlamıştı gazete sayfalarına. Bir kadın yıkıntıların arasında yüzü gözü kanlar içinde, yıkılmış bunanın, tel örgülerin içinde, oturduğu yerde yığılmış bağırıyordu; yardım edin! Omuzunda derin bir yara açılmış, dirseği kırılmış, sırtına ve bacaklarına 13 şarapnel parçası saplanmış Gürcü kadının.
Hemen hastaneye kaldırılmış. Yakınları bir süre ulaşamamışlar ona. Patlama çok yakınında olduğu için şoka girmiş Beruaşvili. Ağrıları varmış ama günden güne iyiye gidiyormuş. Ama sağlıkçıların bir tek kaygısı varmış; konuşmuyormuş; susmuş Beruaşvili.
Duyuyor, zaman zaman mimikleriyle tepki veriyormuş ama konuşmuyormuş; susmuş Beruaşvili. Onu eski haline bir tek şey dönrdürebilirmiş yeniden; ailesinin sevgisi. Gürcü ananın fotoğrafı var gazetelerde; başında oğlu alnında biriken terleri siliyor. Eşi onu o halde görmeye dayanamadığı için hastaneye gelemiyormuş. Oğlunun söylediği bir şeye takıldım ben; "O dünyanın en tatlı kadınıdır!" Savaş en çok kadınlardan vuruyor toplulukları. Haklı ya da haksız... Saçmalamayayım; haklı savaş var mıdır?
Yıkıntıların önünde birbirlerine sarılan kadınlar görüyorum gazete sayfalarında, televizyonlarda. Kaleleri yıkılmış askerler gibi birbirlernine sarılıyorlar acı içinde. Onların kaleleri; evleri.
O iri eleriyle Gürcü kadınları, kurup yaşatmaya çalıştıkları evlerinin yıkıntılarını görünce asıl yıkımı kendi içlerinde yaşıyorlardı aslında. (Evler önemlidir kadınların hayatlarında.)
Bir de Zaza var. Askere gitmesine izin vermedikleri kardeşinin ölüsüne sarılıp bağıran-ağlayan Zaza. Onu gördügümde içimden geçti dizeleri savaşta mağdur kalan insanlığın; "Kucakta kaldı ölü heyyy!" 'O benim parçam gibiydi!' demiş Zaza kardeşi için. Hamile olan eşi de ölmüştü bu saldırıda kardeşinin. Ayakları kopmuş hamile kadının; yeni bir hayatı taşıyan ayakları...
Savaş üreteceğimiz ne varsa; yüreğimizde ve karnımızda taşıdığımız ne varsa silip süpürecek böylece. Bacaklarımızı keserek yeryüzünden Bir yerden bir yere taşımamızı engelleyerek barışı...