Usta bir ressamın öğrencisi eğitimini tamamlamış. Büyük usta öğrencisine son bir ders vermek için şöyle demiş: "Yaptığın son resmi, şehrin en kalabalık meydanına koy. Resmin yanına da kırmızı bir kalem bırak. İnsanlara resmin beğenmedikleri yerlerine bir çarpı koymalarını rica eden bir yazı iliştirmeyi de unutma." Öğrenci birkaç gün sonra resme bakmaya gitmiş. Resmin çarpılar içinde olduğunu görmüş. Üzüntüyle ustasının yanına dönmüş. Usta ressam öğrencisine yeniden resmi yapmasını söylemiş. Öğrenci resmi yeniden yapmış ve usta yine öğrencisinden resmi şehrin en kalabalık meydanına bırakmasını istemiş. Fakat bu kez yanına bir palet, çeşitli renklerde boyalar ve birkaç fırça bırakmasını söylemiş. Yanına da, insanlardan beğenmedikleri yerleri düzeltmesini rice eden bir yazı bırakmasını söylemiş. Öğrenci denileni yapmış. Birkaç gün sonra bakmış ki; resmine hiç dokunulmamış. Sevinçle ustasına koşmuş. Usta ressam şöyle demiş: "İlkinde insanlara fırsat verildiğinde ne kadar acımasız bir eleştiri sağanağı ile karşılaşabileceğini gördün. Hayatında resim yapmamış insanlar dahi gelip senin resmini karaladı. İkincisinde onlardan yapıcı olmalarını istedin. Yapıcı olmak eğitim gerektirir. Hiç kimse bilmediği bir konuyu düzeltmeye cesaret edemedi."
Bu güzel hikayeden çıkarılacak özet cümleler ise:
1-Emeğinin karşılığını ne yaptığını bilmeyen insanlardan alamazsın.
2-Değer bilmeyenlere sakın emeğini sunma.
3-Asla bilmeyenlerele tartışma.
Aslına bakacak olursak yaşamımızın her alanında ne kadar çok çarpılar koymaya meraklıyız. Sadece iş yaşamımızda değil yaptığımız acımasız eleştiriler... En yakınlarımızın, çocuğumuzun, annemizin, babamızın en sevdiğimiz eşimizin bile her yerini çarpılarla doldurmuyor muyuz? Kaçımız yapıcı ve uzlaşmacı tavırlarla bu çarpıları silmeye çalışıyor? Gelin ne iyisi hepimize zarar veren, canımızı yakan şu kırmızı kalemleri bir kenara bırakalım, ruhumuzun paletinde kalbimizden akan boyalarla yaşamımızdaki en değerli insanların en harikulade özelliklerini hayat tablomuzda ölümsüzleştirelim.