'Cuma günü akşama doğru buluşuruz iskelede' diye sözleştik. Buluştuk da. Bodrum'da geçen hayatını hep denizden balıktan çıkartan usta bir balıkçının, Mustafa Reis'in köhne, küçük teknesiyle açılacaktık. Davet sahibi yazlık komşum ve adaşım Savaş Ağabey'di. Sigaralara mika ağızlık bebeklere de biberon üreten bir fabrikanın sahibiydi Savaş Abi. Yaptığı işin çocuksuluğu kalbine de vurmuş gibi saf, iyi, temiz yüzlühuylu bir adamdı. Rutin yazlıkçı muhabbetlerine fazla sokulmaz, en büyük derdi gücü olan amatör balıkçılıktan aldığı keyfi anlatırken o minvalde sohbetler kurardı hep. Lafının kesilmesinden hoşlanmaz, kürsüde ders veren bir profesör edasıyla anlatırdı: "İnce misina idealdir, balığı ürkütmez. Büyük balık yakarsan misinayı durdura durdura, ürkütmeden yukarı çekeceksin, istavrit tutarken çapa atılmaz, çapa ipinin hareketi balığı ürkütür ve yarı yarıya keser.
Tekneyle büyük balık avlayacaksan illa ki kepçen de olacak. Balık su yüzüne çıktı paaat atlayacaksın kepçeyle, alacaksın balığı içeri. Yoksa hayvan bii çırpınır koparır misinanı kaçar, aman haa!.."
USTA ÇIRAK MURAT Bu dersleri bilgisizliğime rağmen ilgiyle dinlediğimi görünce tutturmuştu; "Seni de balıkçı yapacağım. Sana da sevdireceğim bu işi"
Dediğimiz yerde ve saatte buluştuk. Yardımcısı Hasan çok önceden taşınabilir küçük buzdolabını ve olta takımlarını yerleştirmişti tekneye. Mustafa Reis akraba düğünü için Milas'a gittiğinden kaptanlığımızı oğlu Murat yapacaktı. Daha iskeleden ayrıldığımızda tekneyi çözerken gösterdiği ustalık, kayıklar arasından yaptığı temiz tornistan, ayağıyla bir yeke dümene bir gaz koluna ahenkle hükmedişi ve hangi noktada hangi tür balıkların olabileceği sözleriyle çarçabuk güvenimizi kazandı. Sonra epey bir gittik kaba dalgalı denizde. İleride duran İkiz ve Salih Adaları onca yakın görünmesine rağmen varmak 45 dakikamızı aldı. Balık çiftliklerinin az berisinde bir kırmızı tonoza bağlandık. Bundan fazla yaklaşmak yasakmış çiftlik bölgesinde. Sınır 200 metreymiş yasada.
KURŞUN DİBE VURUNCA Sonra herkese birer olta takımı dağıtıldı. Baktım bana verdikleri takımda dizili 5 iğnenin az üstünde parlak plastikten sahte bir balık var. Kuyruk kısmı ise ince çelikten testere gibi şekillenmiş. Kalamar oltasıymış bu. İğnelere taktığımız yemlere balık gelecek, kalamar o balıklara hamle ederken bizim sahte balığın tuzağına düşecekmiş. Herkes teknenin bir tarafında konuşlanmış oltasını sallamıştı denize şimdi. Ben sancak baş omuzluk kısma yakın yerdeydim. Kurşunun dibe vurduğunu hissetmemle oltanın ağırlaşması bir oldu.
HALATI KALIN TUT Haykırdım heyecanla...
- Bu ağırlaştı birden abi...
Birbirlerine bakıp gülümsediler. Adaş komşu hafiften dalgasını da geçti:
- Tonozun halatına taktın oltayı acemi.
- Hııı?
- Dipte tonoz altında kalın halat var. Buraya koca tekneler de bağlanır. O yüzden kalın tutulur halat. Sen gittin ona taktın.
Üzüldüm. Şimdi bunu geri çekemeyeceğim, zorlayınca kopacak, gidecek güzelim takım. Çaresiz asıldım misinaya. Ama anam o da ne? Misina gayetle rahat yukarı çekiliyor. Ucunda bir ağırlık var amenna da geliyor işte yavaş yavaş.
1-2 dakika kadar sürdü bu iş. Sonra birden kocaman bir balığı görüverdim su yüzünde. Türüne isim koymaya cehaletim elvermez ama enikonu iri bir şey. O saniye Hasan bağırdı...
- Anaaa kalamar çekti Savaş Abi.
Koşup yetişene kadar ben hızla çekip içeri atmıştım bile hayvanı. Uzay yaratığı şekli beni korkutmuştu yalan yok. Meğer ne büyük iş başarmışım. El terazisiyle hemen tarttılar 1.5 kilo. 5-6 kişiyi doyururmuş bu boyu.
Kısmetime şaşarak, öykünerek baktılar, "Acemi şansı işte" deyip biraz da hafifsediler. Şimdi onlar bu mera gibi denizde neler neler tutacaklardı görecektim.
Lakin öyle olmadı. 2.5 saat o sularda mücadele ettik ama 3-5 minik balık dışında kimseye bir şey çıkmadı.
Balıkçılıktaki ilk seferim kendi açımdan zafer, ekibimiz adına hüsranla sonuçlandı. Uzatmayıp keseyim, bu güzelim pazar günü her konuda hepinize bol şans, "Herkeslere rast gele" diyeyim.