12 Eylül darbesi ile içine sürüklendiği süreçte, Türkiye'nin temel değerlerinin, toplumsal ve tarihsel birikimlerinin yerine, Batı tarzı cafcaflı anlayış ve yaşayış felsefelerinin yerleştirilmesi gerekiyordu.
Artık bu süreç "Benim memurum işini bilir" süreciydi.
Yıllar yılı, devlete hizmet ederken, bir ceket, bir pantolonla yetinmeyi yaşam biçimi olarak algılamış memur bile "işini bilecek" idiyse, iş adamı, müteahhit, bürokrat, gazeteci, mühendis de demek ki giderek "tüccarlaşmaya" başlayacaktı.
İşte bu sürecin sonunda "küresel sermayenin" hempaları haline gelmeleri sağlanacaktı, toplumu etkileyen unsurların.
Başta "gazeteciler" olmak üzere...
***
"Tüccar gazetecilik" bu dönemde yaratıldı.
Eskiden simit çay ile "memlekete ve topluma hizmet eden" gazeteci, "tüccar gazeteci" haline geldi.
Gazetelerin tepesinde oturan medya yöneticileri ve yazarlar için milyon dolarlık imkan ve yaşam standartları telaffuz edilir oldu.
Dönem 5 yıldızlı yaşamlar dönemiydi. Önce gazeteciler böyle yaşamalıydı ki bunu savunabilsinler.
Sonra programlar, stiller ve tarzlar sökün etmeye başladı.
Özellikle de özel televizyonculuğun yayılması ile...
Gazete köşelerinde, karta kaçmış "aşk yazarları", "kırık kalpler ablaları", Güzin Abla'nın yeni versiyonları...
Ekranlarda ise lise tiyatroları seviyesinde yerli diziler, komiklikler, kebap ve lahmacun tanıtımları, "Hiç bunları dert etmeye değer mi" yaveleri, izleyiciye mizah yapmaya çalışırken, en fazla kendileri gülüp eğlenenler...
***
Muhasara tamamlanmıştı!
Temel zihniyet bundan böyle, yiyelim, içelim, eğlenelim, sevişelim zihniyetiydi!
"Ünlü olmak" her şey için yetiyordu, en fazla amaçlanan "kariyer" haline getirilmişti.
Medyada da sadece "ünlü olanlar", hakim tepelere oturtuluyordu.
Ünlü ol da istersen ar damarını sonuna kadar çatlat, fark etmiyordu.
Bir gazetecinin ya da televizyoncunun "başarılı" kabul edilmesi için "yeni zihniyete" hizmet etmesi yeterliydi.
"Dededen kalma" gazetecilik tarzına sadık kalanlar ise artık salak, başarısız ve "rate" idiler.
***
5 yıldızlı hayatlar her şeydi. Halkın, milletin, memleketin gerçek yaşamı ise hiçbir şeydi.
Halkçılık kaybetti, küreselcilik kazandı.
Fakat böyle gidemezdi, gitmeyecekti de!
Türkiye, kendi "ulusal medyasını" emperyalist küresel sermayenin elinden geri kazanmak zorundaydı.
Kazandığı günleri, çok yakında göreceksiniz...