Kocaman bir dağ...
Bir deniz alabildiğine büyük...
Ve bir sevda; ölçülemez bilindik ölçülerle.
Bilinemez dağ kadar mı kocaman? Deniz kadar mı alabildiğine!
Bilinemez... Biliyor musun?
Bir cadde, artık üzerinde yürünemez olabilir mi?
Bir cafe, içine girildiğinde yırtıcı bir kaplan kafesi kadar tehlikeli olabilir mi?
Bir insan, yok olabilir mi?
Olabilir... Biliyor musun?
Bunları bilmediğini açıkça belli ettin geçen hafta.
Bana hiç haber vermeden; gittin!
Ardında bir tanıdığa bırakılmış bir mektupla çırılçıplak bırakarak beni; gittin!
Ne tarafa gittiğini soramayacak kadar uzaktayken fark ettim gittiğini.
Arkamı dönemedim, ardından koşamadım, avaz avaz bağıramadım...
Bunları yapamayacak kadar uzaktayken fark ettim gittiğini.
Nasıl bir zafer kazandığını düşünüyorsun, bilmiyorum!
O mektubu yazarken, bana ulaştığında içimin alacağı şekli hiç hesap ettin mi?
Bir tanıdığın elinden, hiç tanımadığım bir mektup almak...
Bunu anlatabilecek bir sözcük, bir durum, bir yaşanmışlık yok.
Sadece ölümün karşılık gelebileceğini düşünüyor insan ve bu çok hafif kalıyor.
Hiçbir ölüm, böyle bir acıyı ardına katıp, ruhuna giremez insanın.
Hiçbir ölüm, bu kadar günahkar yakalayamaz insanı.
Ve insafsız olamaz ölüm, bir tanıdık elinden sırıtarak kendini sunacak kadar.
Bütün bunları sen yaptın!
Kendimi terkedilmiş değil, çırılçıplak edilmiş hissediyorum.
Kendimi aldatılmış değil, bütün insanlık tarafından kirletilmiş hissediyorum.
Ve tüm bunlara sen, bir mektupla sebep olabiliyorsun.
Bir tanıdığa iletmesi için verilmiş, pulsuz, ağzı sıkı sıkıya kapatılmış, üstü ismimle kirletilmiş bir mektupla.
Bir yaşam karşılığında birkaç satır!
Bir tanıdığın elinden, ağzı sıkı sıkıya kapatılmış bir zarfla, sonlandırılan bir umut.
Bir kalp çarpıntısı, bir zarf açacağıyla sonlandırılacak kadar önemsiz.
Bu mektubu bana sen mi yazdın?
Ellerimin titremesine daha uzun yıllar var sanıyordum.
Ayrılık, yaşlılıktan önce geldiğinde, yaşlılıktan beter titretiyor.
Pulsuz bir zarf ve bir tanıdık elinin bu kadar derin bir anlamı olabileceğini, doğrusu bilmezdim.
Bütün bunların ne anlama geldiğini ve bu kadar acıdan sonra nasıl yaşayabileceğimi de, yazdın mı o kıymetli mektubunun içerisine?
Bunları yazmadınsa eğer, daha ivedi ne yazmış olabilirsin?
Benden ayrıldığını anlatmak için bir mektup yerine, sadece tanıdık birini göndermen yetmez miydi?
Bir cevap beklenmediği ortadayken, bir mektup neden okunur ki?
Elinde mektubunu bana uzatmış bekleyen tanıdığın arkasından çıkarsın diye, mektubu almayı geciktirmek nafile.
Gelseydin, mektup yerine kulağıma fısıldardın her şeyi.
Boynuma sarıp bir elini, iyice sokulup boğazıma doğru, kulağımın dibinde bağırarak anlatırdın her şeyi.
'Bu kadar gizliyse bağırma, değilse boğazıma sarılma' diyemezdim.
Tüm bunların olmayacağını, ısrarla mektubu sallayan tanıdık elden anlayabiliyorum.
Devamı yarın