Yaklaşık bir ay kadar önce bazı işaretleri değerlendirerek "Zico gidiyor mu" diye bir yazı yazmıştım. Gelişmeler beni haklı çıkardı ve sonunda yönetim Zico ile ipleri kopardı. Zaten şampiyonluğun kaybedilmesinde sorumluluğu olanlarla başkanın hesaplaşması bekleniyordu. Sezon boyunca, puan kaybettiğimiz bazı maçların yükü zaten Zico'nun omuzlarındaydı. Bu yükle gelecek sezonda takımın başında kalması olanaksız gibiydi. Olaylara duygusal yaklaştığımızda Zico'nun ayrılmasına üzülmemek elde değil. Herkesce sevilen bir kişinin ayrılması beraber çalıştığı insanlar için üzüntüye sebep veriyor. İnsan olarak tanıdığımız kadarıyla Zico'ya yöneltilecek en ufak bir eleştiri olamaz. Onu ancak yaptığı iş ile eleştirebiliriz. Futbolculuk geçmişi parlak olsa da, teknik direktör olarak aynı başarıyı gösterememiştir. Çalışma hayatında insanlar her ne sebeple olursa olsun ayrıldıkları zaman hem kendileri üzülüyorlar, hem de iş arkadaşlarını üzüyorlar. Önemli olan gidenin arkasında bıraktığı isimdir. Adı anıldığında kişilikliydi, dürüst insandı denmesi bir insan için herşeyden daha önemlidir. Zico da böyle bir insandı. Aslında başkanımız da oldukça duygusal bir insan. Ama belli ki şampiyonluğun kaybedilmesi konusunda taviz vermeyecek. Zico ile yolların ayrılması bunun işareti. Daha geçen gün sorumluluğu olanların affedilmeyeceğini beyan etmişti ve bu yolda hareket edeceğini bize gösterdi. Zico'nun gönderilmesi bu bakımdan doğru bir karardı. Çarşamba günkü İsviçre maçında kalede bambaşka bir Volkan seyrettik. Şampiyonluk yarışında Galatasaray maçında kritik hata yapan Volkan sanki kaybolup gitmişti. Volkan sadece İsviçre maçının kazanılmasını sağlamadı, Fatih Terim'i de eleştiri bombardımanından kurtardı. Bu da bizim futbolumuzun garip bir cilvesi işte. Daha iki gün önce yerden yere vurduğumuz teknik direktörü, bu galibiyet milli kahraman haline getirdi. Zaten biz her zaman böyleyiz. Hep günü yaşıyoruz, bir türlü istikrar bulamıyoruz.