"Bir yılda tam dört mevsim var / Hepside ayrı isim / Gel birlikte sayalım Takalım birer isim / İlkbahar, yaz, sonbahar / Kış gelince kar yağar Haydi haydi evine / Her tarafta soğuk var..."
Böyle dörtlükler vardı Çarşamba'daki Yeşilırmak İlkokulu'nun duvarlarındaki Mevsimler adlı tabloda. Tablo dediysem de Bakanlık onaylı mevsim tanıtımı tabelası gibi. Tabela dediysem kağıttan; kartondan. Üzerinde mevsimlerde ne olduğu konusunda bilgilendirecek görüntüler. Kış ise kar yağıyor baharsa ortalık yeşilleniyor yaz ise sarı sıcak bir görüntü geçiyordu o kartonlarda... İlkokulda okuduğumuz dönemlerden söz ediyorum. Bir şeylerle tanımlanabilir ve elle tutulabilir bir şeyken o yöreye ait olmaklık. Şimdi herkesin bir mevzuuya endekslendiği bir hayat var. O tarz geçerli artık; varsılların dünyası önemli. Bu para ve varsıl olmak nemenem bir şeymiş, geçmişte bu kadar yormazdı dii mi kafamızı? Ekmek Teknesi, Nafakamız, Fakirhane gibi deyimler kullanılırdı. Şimdi hiç biri yok. Siz davet edildiğiniz ev için; işte bizim fakirhane!" denildiğini duydunuz mu son zamanlarda? Ve eski mesleklerin de suyu çıktı şimdilerde. Onlar da memleket gibi memlekette yaşayanlar gibi tanımlanamaz aslında anlaşılamazbir durumdalar. Bana göre tabii. Kimine göre hava hoş. İnsanla insanın arasına bu dünya büyüğü uçurum girmeden önce böyle değildi buralar. Bu park, bu sokak, bu ilkokul binası, bu bahçe... Bu devasa kirlilik kasabayı sarmadan önce gölgesinde büyüdüğümüz kavak ağaçları türkü söylerdi... Abartıyorum zannedilmesin; yattığımız yerden rüzgarın yapraklardaki sesini dinlerdik biz. Biz dediyse yaşı henüz elliye varmamışlardan söz ediyorum. Köprünün üzerine düşen güneşte gözlerimiz kamaşırdı; güneş daha mı yakındı bize? Cumhur Tat hocamın Aaah canım hocam!- bir elini yumruk yapıp diğer elinin işaret parmağını etrafında dönderip güneşle dünyanın konumunu anlatışı geldi gözümün önüne. O kıt olanaklarla ne deneyler yaptık anlmatamam!!! Bütün pencereleri örtüp el feneriyle portakalın üzerine ışık mı tutmadık? Kartonların üzerine pamukla kar mı yağdırmadık? Hep birlikte ve tek tek Barış Manço'nun Dağlar Dağlar şarkısını mı söylemedik? Elim sende ve Mendil Kapmaca mı oynamadık?
"Ömrüm diyorum / bir rüzgar düşüyor gömleğimin yakasına / saramış eskimiş bir rüzgar / usulca uzanıp alıyorsun onu / saatlerce oynayıp duruyorsun elinde/ avucundaki terden ıslanıyor yırtılıyor / eriyip gidiyor sonunda / yalnızca bir serinlik kalıyor / ellerinden bana doğru yayılan / işte böyle başlıyoruz her şeye masallarına ihanet eden iki masal kahramanı gibi / iki gerçek oluyoruz seninle yer küreyi masamızın üstüne koyuyoruz debelenip duruyor / gemiler rıhtımlara ayrılık boşaltıyor bugünlerde İstanbul bir yerlerde yaprak döküyor!"