Kuzguncuk sahilindeyim... Saat gecenin 02.00'si. Sabaha dönmüşüz yani. Üsküdar'dan, yol kenarından vurdum yürüdüm. "Dar zamanda yürünür, bilirsin!" diye bir şiir tümcesi var aklımda. Mihrimah Sultan Camii'nin önünden Beşiktaş İskelesi tarafında seyirtiyorum.
Neyse, gece uzun diye geçirdim içimden. Dediğimde Üsküdar Meydanı etrafında bir tur atmıştım. Hava iyi. Yıldızlar, takım takım yıldızlar vardı. Bu akşam yok. Otomobilleriyle kıyıya yanaşanlar var. Müzik... Açıyorlar kapıları, melodi geceye yayılıyor; "Ah İstanbul İstanbul olalıııı!" Kibariye söylüyor gecede! diyorum geceye edebi bir tat katmak için.
Eğleniyorum işte kendimce. Araçlar geçiyor yanımdan. İçinde kalabalık var, tek var, çift var. Kaçamak yapan sevgililer, taşın üstüne oturmuş şarkı söyleyenler... Işıl ışıl köprü; Boğaziçi Köprüsü. Fotoğraf makinem yanımda. Yalnızlığım yakışıklı olsun diye aldım evden çıkarken. Acayip güzel görünüyor köprü gözüme. Buğulu bir çift göz sanki. Şimdi kimse yok. Devriye polisi geçiyor. Bir daha geçiyor. Ben kıyıda oturuyorum. Dondurmam Gaymak filminin kahramanı dondurmacı amca çok daraldığında ya da kavga etmeye başladığında şunu söylüyordu; "Her şey bir cinnete bakar!" Gülüyorum kendi kendime. Gece benim halime gülüyor. Ben gecenin halini iplemiyorum.
Neyse, hayat yanı başımdan akıp geçiyor kapkara bir film şeridi gibi. Sular da karanlık. Bir an bırakayım kendimi diye düşünüyorum, sonra gülüyorum. Evin penceresinden de bırakayım kendimi diye düşündüm kaçımız düşünmedikama yere çarpma anını düşünüp "Acır ulan kolum, kanadım" deyip vazgeçtim. Vazgeçtiğim bunları düşünmeme güldüm; e yere çarptığımda oram buram çok acır ama suda nasıl boğulayım? Üç yaşımdan beri balık gibi yüzerim ben. Yüzmemeyi nasıl becereceğim?
BEN YALNIZLIĞIMDAN İstanbul'da Kadıköy vapurundan bırakmıştı bir arkadaşım kendini Boğaz'ın sularına. Haberdar etmek için de otobüs biletinin arkasına arkadaşlarının telefon numaralarını yazmıştı.
Herkes nasıl uykuda. G.tünde pireler uçuşuyor milletin. Gülümsedim acı acı... Bir cip durdu deniz kenarına yakın bir yerde. Dipboyaları çıkmış bir sarışın indi. Güle söyleye fotoğraf çektirdi.
Türkü söylüyorum; "Bir daha değse iidii nefesim nefesineee...! Gün ağarıyor denizin üstünde karabataklar adları bu mu gerçekten; değilse çok gülerim. Sonra o türkü bitiyor, başkasına geçiyorum; "Yeşil başlı gövel ördek, uçar gider göle karşı!" Üşümüşüm. G.tüm donmuş. Kalktım. Gün doğdu. Isındım biraz. Çınaraltı Kahvehanesi'ndeyim. Çorba içtim, iyice gevşedim. Yürüyorum.
Aklıma düştün yine; "Sevgilim; sen anandan kaçsan ben yalnızlığımdan." Yürüyorum. Dar zamanda yürünür, bilirsin demiştim bizim Mehmet'e. O da "En dar zamanlar..." diye yazmış msn adresine. En dar zamanlar...