Baba, Oğul ve Kutsal Mafya
"Şark Vaatleri" filminde yakın tarihli bir Rus mafyası hikayesi izlemiştik. "Gecenin İki Yüzü" filminde de Rus mafyasına ait 1988 yılında geçen bir hikayeyi izliyoruz. Daha Berlin Duvarı yıkılmamış, Komünist rejim çökmemiş, Sovyetler Birliği dağılmamış. Buna rağmen Ruslar'ın 'mafyada artık bizde varız' dediği ilk yıllar. Onların bu duruşu sanki Doğu Bloku ülkelerdeki değişimin bir habercisi gibi. Kapitalist düzende daha ilk elden yeraltı dünyasındaki yerlerini almış gibiler. "Gecenin İki Yüzü", her ne kadar Rus Mafyası ile alakalı olsa da aslında New York Şehri'ndeki yeraltı dünyasının hikayesi.
Arka sokaklar 1988 Kasımı'nda New York... Yeni bir uyuşturucu türü tüm şehre yayılmış. Yeni kanunlar nedeni ile yeterince adam ve silah kullanamayan polis çaresizlik içindedir. Şehirde kan gövdeyi götürür. Bir Rus gece kulübünde müdürlük yapan Bobby çapraz ateş altında kalır. Polis şefi olan babası ve ağabeyi ile işi bir türlü örtüşmez. Bobby ailesiyle ilgili bu sırrı herkesten saklar. Bir tek kız arkadaşı Amanda bilmektedir. Bobby'nın gece kulübündeki işi, babası ve ağabeyi ile olan ilşkisini daima gerer. Babası mafya ile bir savaşta olduklarını ve Bobby'den tarafını seçmesini ister...
Ustanın izinde New York dendiğinde akla iki yönetmen gelir. İlki; kara mizahın ustası Woody Allen, ikincisi de yeraltı dünyasını anlatan Martin Scorsese. Doğma büyüme New York'lu olan yönetmen James Gray, taşını toprağını çok iyi tanıdığı New York'a ait başarılı bir dönem filmi yapmış. Bu açıdan baktığımızda Martin Scorsese'nin izinden gittiğini söylemek yanlış olmaz. Hikaye 1980'li yıllardaki Cüneyt Arkın'lı mafya filmlerine benziyor. Ama sadece hikaye benziyor. Yoksa gerek gece kulübü, gerek mafya atmosferindeki başarısıyla bizim gariban Yeşilçam işi mafya filmleriyle hiç benzemiyor.
Üç isim ikinci kez bir arada "Gecenin Öteki Yüzü"nde filmin üç kilit ismi ikinci kez bir araya geliyor. Yönetmen James Gray, oyucular Joaquin Phoneix ve Mark Wahlberg "The Yards" filminden sonra yeniden bir çalışmaya birlikte imza atıyor. Yapımcıların filmi Toronto'da çekme önerisine ısrarla karşı çıkan ve maliyetin yükselmesini göze alarak filmi New York'ta çeken James Gray, bu filmi ne kadar önemsediğini filmin her karesine yansıtıyor. Filmdeki diyaloglar, dönem atmosferi, oyuncunları doğallığı New York'taki yeraltı dünyasının ruhunu fazlasıyla beyazperdeye taşıyor. Filmde birden fazla unutulmaz sahne var. Bobby'nin polis muhbiri olarak Rus mafyasına karıştığı ve kokain seçmeye gittiği sahne son derece heyecanlı. Özellikle çakmak sahnesine dikkat. En az bu kadar etkili olan bir diğer sahnede Bobby ve sevgilisi polis eskortu eşliğinde motelden bir başka motele götürülmesi. Buradaki gerilim fazlasıyla etkili. Ve tabii ki, o sazlıklardaki muhteşem final. Tüm bunlar bir araya geldiğinde yönetmen James Gray'in farkı da ortaya çıkmış oluyor. Mafya ve polis söz konusu olduğunda kuşkusuz birden çok karakter göze çarpıyor. Dolayısıyla bu filmde de Bobby, babası Bert, ağabeyi Joseph ve sevgilisi Amanda ön planda. Herşeye rağmen bu film Bobby karakteri üzerine kurulmuş bir film. Bu nedenle de Joaquin Phoneix ön plana çıkıyor.
"Gladyatör"den beri takip ediyorum Bu filmde Joaquin Phoneix bana Robert de Niro'nun gençliğini hatırlattı. Robert de Niro da suç dünyasının anlatan filmlerde basamakları bir bir çıkmış ve günümüzün en önemli oyuncularından birisi haline gelmiştir. Phoneix, De Niro ile aynı enerjiyi taşıyor. İkisi de oynamadan oyunculuk yapıyor. "Gladyatör"den beri takip ettiğim Joaquin Phoneix eminim daha başarılı işlere imza atacak.